TopLama GüNü
“ Esrarengiz bir biçimde, ülkemizde 18 kişi kayboldu.”
Millet Gazetesi
2010
1.
Cumartesi Sabahı
Çoktan kalkmış, yatağımın içinde debelenirken. Alarımın sesiyle irkildim. Dijital saatin susması için elimi komidiye doğru savurdum ama bu sadace içi su dolu üzerinde adım yazan bardağımı devirmeme neden oldu. ( Bardağın üzerinde adımın yazması egomdan değil. Bardağımı kimsenin kullanmaması içindi. Onu Real’den 7 TL verip almıştı.) Derin bir soluk aldım ve nefesimi tutmaya başladım. Tam öleceğimi düşünürken bıraktım ve hızla soluk almaya başladım. Bu yol insanı kendine getirmek için iyi bir tercihtir. Kocaman açılan gözlerim küçülürken, göğüsümdeki acıda sonlandı. Bir diğer yolu uygulamak için camın kenarına gittim. Pencereyi yavaşça açıp ona tezat şekilde hızlıca soluk alıp vermeye başladım. Yağmur yağmaya başlamıştı, mis gibi toprak kokusu genzimden geçerken uykum tamamen gitmişti. Kapı çalınca kafamı o yeni çevirdim. Annem usulca içeri süzüldü.
“Oğlum kahvaltı hazır!” Herzaman ki gibi şendi.
“Üzerimi giyip hemen geliyorum.” Gülümsemeye çalıştım ama pek başarılı olmadı.
“Çabuk olsan iyi olur. Babanın cinleri yine tepesinde.”
Onaylarcasına başımı sallarken aklımdan geçen şey ise belliydi. “Ne zaman gittiler ki!”
Hızlıca giyinmeye başladım. Yeşil-Beyaz karali gömleğimi giyip, kollarındaki delikleri diğerseğimde durdan düğmeyle ilikledim.ve gri dockersımı giydim. Çoraplarımı ayağıma geçirdim. ( Çoraplarımı giymem üstümü giymemden daha uzun sürdü.) Odamdan çıkarken kapımı sıkıca kapıyıp haylaz, sapık, ucube kardeşimin odaya girmemesi için kitleyip anahtarıda yanıma aldım. Merdivenlerden inerken ses çıkarmaya özen göstermiştim. Bir nevi protestoydu ve babamın sinirlerini bozmak için bire bir hareketti.Aşağı indiğimde ilk işim babamın tepkisini ölçmekti. Çocukluğumdan beri babamı pek sevmem ve aramızdaki bağları düzeltmeye çalışmazdım. Emekli olduğunda iyice çekilmez bir adam oldu ve aramızda kalan uafacık bağda yok oldu. Kan bağından ötesi yok olmuştu. Üniversiteyi il dışında okumamın bir nedenide bu olmuştur. Askerliğimi yaptığımda da çok mutluydu çünkü ailemden uzak ve bilgisayar başındaydım. Ne kadar özlem olsada ilgisizliğimin önüne geçemiyordu. Şimdi ise kiralık ev aramakla meşguldüm. Kafama uyan çok az yer çıkmıştı onlarda aşırı pahlıydılar.( Depozitoyu saymıyorum bile …) Her şeyin bir sınırı vardı. Bu sınırları zorlamıyor, adeta ezip tavan yapıyordu. ( İnsan bahçeli ev arayınca böyle oluyor.) Maaşımın düşük olduğunu söylüyemeyeceğim mesleğim emek gerektiren bir iş olduğu için hakkını fazlasıyla alıyordum. Grafiker olmak gerçketen bir ayrıcalık meselesiydi.
Günümüze dönüp masaya oturdum. Üşütük kardeşim televizyon izliyor ve annemin çağrılarını onaylayıp, yerinden kıpırdamıyordu. Bense hafta sonumu böyle değerlendirdiğim için kendime lanet yağdırıyordum. Babam elindeki bulmacayı bırakıp, gözlüklerini çıkardıktan sonra masaya teşfik edebildi ve apız şapurtularıyla yemeğeni yemeye başladı. Bende hızlıca ağzıma bir şeyler tıktım. Masadan kalkmam 7 dakikayı bulmamıştı.
“Ellerine sağlık anne.” Usulca sandalemi geri çektim.
“Afiyet olsun yavrum.”
Dişlerimi fırçalamak için banyoya yöneldim. Ömür’de zaman kaybetmeden arkamdan koştu.
“Abi bugün ne yapacaksın?”
“Gökhan abinlerle buluşmayı düşünüyorum.” Soru soran gözlerle baktım.
“Cansu ablada gelicek mi?”
Bu çocuk asla adam olamayacağını çoktan ilan edip kanıtlamıştı. Ağzım macun dolu:
“Oğlum sana kaç kere dedim. Daha çok küçüksün bir liseye geçte aşk meşk aramaya başla.” Lise demiştim çünkü günümüz aşkları ana sınıfından başlıyor.
“Cansu abla çok güzel kız. Tam evlenilecek kız potansiyelini taşıyor.” Hayal aleminden çıkamıyor ve dev gibi görünen ama aslında çük kadar olan kelime dağırcığını bana karşı kullanıyordu.
“Tamam Cansu’ya söylerim bir düşünsün.” Kocaman gülümsedi. Ciddi ciddi sevinmesi aslında beni üzmüştü. Hızla ağzımı çalkaladım ve ellerimi yıkayıp odama fırladım. Telefonu ağizesinden kaldırıp Gökhan’ın numarasını çevirdim. Lisedeki arkadaşlarımla aramızdaki bağın kopmamasına herzaman sevinmişimdir. Hemen mekan ve saat belirleyip grubu toparladık…
Bakırköy Sahili – Öğleden Sonra
Evden çıkarken “ Ben çıyorum.” deme alışkanlığımı çoktan kaybetmiştim. Hırkamı alırken hangi yoldan gitsem düşüncesi beni sıkmıştı. Kapıyı sertçe kapıyıp hırsla vosvosuma gittim. Amcamdan kalan bu külüstürle babamla aramda olan bağdan daha sağlam bağlar kuruluydu. Kapısını nazikçe kapıyıp beni utandırmaması için küçük bir dua yolladım ve kontağı çevirdim. İşte sevilen bir ses çıkıp çalışmaya başladı. Huzurla yoluma gittim. Fatih üzerinden gitmek bana daha mantıklı gelmişti ayrıca yoluda birazcık uzatasım gelmişti... Arabayı Cumhuriyet meydanın üst kısmında boş bulduğum küçük bir alana park ettim. ( Arabanızın küçük olma avantajı.) Hızla sürekli buluştuğumuz kafeye yürürken içimde tuhaf bir his belirdi ve arkamı döndüm kalabalıktan başka bir şey yoktu. Adımlarımı hızlandırarak sokak arasına girdim. Kafe biraz ilerleydi. Fakat izlendiğime dair şüphelerim netti. Apartmanın merdivenlerine girdim ve arkamdan gelen ilk kişiyi araya sokup duvara yapıştırdım.
“ Ne istiyorsun? ” Çocuk boş gözlerle bana baktı. Elindeki mendilleri fark edince pişman bakışlar atıp özür diledim ve 3-4 tanede mendil aldım. Panaroyak takılıdığım için kendimi kınayıp kafeye girdim. Bizimkiler bahçe bölümündeydi. Gökhan köşeye kurulmuş nargile keyfi yaparken, Cansu’da kolasını bitirmiş buzlarını yemekle meşguldu. Ayşe ve Nesli’yi görememiştim. Diğerleri de ortalıkta yoktular.
“ Selam gençlik diğerleri nerde? ”
“ Hepsinin işi varmış.”
Ne üzüldüm ne de sevindim. Onaylayarak başımı salladım ve masaya oturdum.
“ Cansu Ömür’ün selamı var.” Gülümseyerek:
“ Küçük sapığım nasıl? Özledim söylersin.” Kendimi haberci güvercin gibi hissetmiştim.
“ Tamam kolay iş.” Gülümsedik ve bende garsonu çağırıp elma-naneli nargile söyledim. Gökhan’ın içtiği çilekli genzimi yakmıştı. Yağmur tekrar başlamıştı. Biraz kenarı kayıp çatının altına geçtik. Uzun bir süre konuşmadam durduktan sonra Cansu kendine gelip bizi gülüp geçirmeye başlayınca bende altta kalmadım ve saatlerce bıkmadan gülüştük. Sonra birer bira alıp sahile indik. Artık herkes toplanmıştı. Furkan bile gelmişti. Ayşe ile Nesli kol kola sahilde gezinirken bende arkalarından itikleyerek banka doğru ilerletiyordum. Herkes kuruldu ve yer kalmayınca çimlere çömeldik. Lise muhabetinden sonra üniversite son olarakta iş yerlerimizin dedikodusunu yapıp bitirdik. Saat fark etmeden geçmişti. Çakır keyfiyle yola çıkalım derken Her zaman ki gibi manyak bir fikir Ayşe’den geldi.
“Hadi kiliseye gidelim.” Herkes man gözlerle Ayşe’ye baktı. Sonunda dayanamayıp:
“Kızım bu saatte ne kilisesi millet bizi dövmekten beter eder!”
“Abi ne zamandır çılgın bir şey yapmıyoruz. Gidip biraz kafa dağıtalım.” Nesli’de başıyla onayladı. Cansu:
“Aman! Ne çılgınlık. Saat 11’de kiliseye gitmek.” Hep beraber güüştükten sonra Meryem Ana Kilise’sinin yolunu tutuk. Yolu Lara bildiği için önden giderken Cansu’yla şakalaşıp akşam akşam birkaç evde yanan ışığıda huzursuz ederlerken bizde arkadan onları izliyorduk. Kiliseye geldiğimizde tabiki kapalıydı. Güvenlik görevliside yerinde yoktu. Arkadan dolaşıp bahçeli bir yere girdik. Birkaç amca ve birde yaşlı bir kadın. Çay içip sesizce oturuyorlardı.
“İyi akşamlar amcacım.”
“Buyrun çocuklar ne istemiştiniz?” Aksanı çok tuhaftı. Biraz doğulu birazda Rum karışımı ilginç bir konuşmaydı.
“Amca kiliseyi gezebilirmiyiz. Biliyoruz çok geç ama bu kadar kişiyi kırmazsınız dimi?” Hepimiz gülümseyerek, başımızla onayladık. Adam diğer adamları anlamadığımız bir şeyler sorarak onay aldı. Geç olduğu için adamın cektinin cebine biraz para sıkıştırdım ve minnetimizi belli ettim. Böyle ince şeyleri genelde ben düşünürdüm. Cansu’da başıyla beni onaylayarak arkamdan geldi. Sesizce içerisini gezerken birer mum aldık ve üstü hac işaretli, içi kuma dolu, küçük kubbeye dikdik. Ben tabikide “Allah’ın bizi afetmesini diledim.” Biraz gülüştükten sonra içerdeki küçük odalarıda gezdik. Birazda yaşlı amcayı dinleyip dışarı çıktık. Birer çay içtikten sonra çakır olan kafalarımız yerine gelmişti. (Kahve etkisi yaratmamıştı ya da kusturmamıştı ama içimizi açmıştı.) Kızları otobüs durağına bırakırken onları eve bırakmayı önerdim ama küçücük arabaya herkesin sığmayacağını haksızlık olmamasını söylediler ve gidecekleri semtlerin otobüslerine binip gittiler. Bende arabamın yanına gidip kapısını açtım ve etrafa bir göz atıp içeri girdim. Ne olduğuna anlam veremeden arkamdan bir el ağzıma bir pamuk tuttu ve o anda kaçırıldığımı anladım.