Simon,Proudhon,Marks
Bu filozoflara göre bireyin en temel hakkı başkalarıyla sosyo-ekonomik yönden eşit olmasıdır.Eşitliğin olduğu bir toplumdasömürü,ezme,ezilme ilişkileri son bulacak insanlar daha insani bir şekilde yaşayacaktır.Bunu sağlamak için de bireyin özel mülkiyet hakkının elinden alınarak devlete verilmesi öngörülmüştür.Devlet eşitliği,mülkiyetinden herkesi eşitçe faydalandırarak sağlayacaktır.Toplumsal düzenin kurucu ilkesi eşitlik olunca,özgürlük de gerçekleşecektir.
MARKSİZM
Marksizm, sanayi devrimi dönemi ve işçi sınıfının ortaya çıkışıyla bir çağa damga vurdu. Dayandığı kitle proletarya(işçi sınıfı) idi. Karl Marx, proletaryanın mücadelesini politik bir mücadele haline getirdi, ekonomik indirgemeci değildi. Hukukun siyasete müdahil olduğunu söyledi. "Tarihin itkisi üretici güçlerdedir ve devleti sönümlendirecek olan proletaryadır" dedi. Manifesto'da Avrupa'da dolaşan komünizm hayaletinden bahsetti. 'Söyledim ve ruhumu kurtardım' dediği gerçekler şunlardı: Yabancılaşma, bireyin ezilmesi, sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiş, üretim araçlarının hakimiyeti, tarihsel maddecilik, temel üstyapılar, bilinç, üretim, praksis, kapitalizm.
Her tarihsel düzenin kendi yasaları vardır. Burjuvazinin kaba sömürüsü ve sermaye birikimi, emeğin özgürleşmesi önündeki en büyük engeldi. Emek, yoksulluk ve açlık, insani düşmüşlük içindeydi. Komünizm, insanın özgürleşmesini hedefliyordu. Komünizmde insan bütün kısıtlardan kurtulacak, sabah balıkçı, öğlen marangoz, akşam filozof olabilecekti. Daha sonra bütün bunlar ütopyacılık olarak eleştirildi. Marx, eserlerinde emek-zaman, metafetişizm, mülksüzleşme, ücret-kar, artı değer, kullanım değeri-değişim değeri, sınıf mücadelesi kavramlarını geliştirdi. Marx'a göre sınıf mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürecek ve sonra sınıflar ortadan kalkacaktı. Ancak O devrimi İngiltere'de beklerken, devrim Rusya'da oldu.
3 Enternasyonal düzenlendi. Birinci Enternasyonal'de anarşistler, İkinci Enternasyonal'de sosyal demokratlar, Üçüncü Enternasyonal'de komünist partiler hakimdi. Proudhon, işçinin devlet alanından çekilmesini savundu. Sosyal demokratlar, genel oy hakkı, sendikacılık, parti yoluyla devrimi savundular. Gramsci, hegemonya, tarihsel blok, rıza, sivil toplum kavramlarını araştırdı. Frankfurt Okulu tüketim, otorite üzerine tahliller yaptı. Marx'ın tekrar okumaları yapıldı, sol komünizm ve konsey marksizmi ortaya çıktı. Lukacs, şeyleşme ve özgürleşme kavramlarını inceledi. Althusser, ideolojik aygıtlar kavramını analiz etti. Avrupa komünizmi, Marksizmi kıta kültürüne eklemledi. Bütün bunlar teoricilik, sistemle bütünleşme, militanlıktan ılımlılığa doğru evrilen bir süreç izledi. Hatta Miliband gibi liberalizme, Poulantzas gibi kapitalist devletin özerkliğine vurgu yapanlar ortaya çıktı. Marksizm, totaliter rejimler üreten bir sistemdir görüşü yayıldı. İşçi sınıfı yeniden sorgulandı ve yeni toplumsal hareketler ortaya çıktı. Laclau ve Mouffe, devrime hayır demeye başladı.
Bu süreç göz önüne alındığında, Marksizm'in, işçi sınıfının iktidarı alması mücadelesinden uzaklaştıkça, Marksizm olmaktan çıktığı gerçeğine vurgu yapmak yerinde olur. 20. yüzyılın siyasal gelişmeleri, Marksist kuramcıların, siyasetle aralarındaki açının genişlediğini de göstermektedir. Bu açı, kimi özel/yerel gelişmelere karşın, dünya ölçeğinde bugün de "kabul edilebilir olan"ın ötesinde bir genişliktedir.
Günümüzde, özellikle (halen direnen Küba dışındaki) sosyalist ülkelerin çözülüşüyle birlikte, Marksizm'in tarihsel geçerliliğinin sorgulanması girişimleri, akademik çevrelerde ve "post-modernizm" olarak adlandırılan açılımlarla boyut kazansa da, teorik/entelektüel derinliği, yaşamı çözümleyebilme gücü ve toplumsal dönüşümlere kaynaklık edebilme potansiyeli açısından, (lehte ya da aleyhte) tüm siyasal-düşünsel konumlanışlarda etkisini gözlemlemek halen mümkündür ve eşit ve özgür bir insanlık ütopyasını gerçekleştirmek için insanlığın geliştirdiği en güçlü çıkışlardan biri olarak değerini önemini korumaktadır
Bu filozoflara göre bireyin en temel hakkı başkalarıyla sosyo-ekonomik yönden eşit olmasıdır.Eşitliğin olduğu bir toplumdasömürü,ezme,ezilme ilişkileri son bulacak insanlar daha insani bir şekilde yaşayacaktır.Bunu sağlamak için de bireyin özel mülkiyet hakkının elinden alınarak devlete verilmesi öngörülmüştür.Devlet eşitliği,mülkiyetinden herkesi eşitçe faydalandırarak sağlayacaktır.Toplumsal düzenin kurucu ilkesi eşitlik olunca,özgürlük de gerçekleşecektir.
MARKSİZM
Marksizm, sanayi devrimi dönemi ve işçi sınıfının ortaya çıkışıyla bir çağa damga vurdu. Dayandığı kitle proletarya(işçi sınıfı) idi. Karl Marx, proletaryanın mücadelesini politik bir mücadele haline getirdi, ekonomik indirgemeci değildi. Hukukun siyasete müdahil olduğunu söyledi. "Tarihin itkisi üretici güçlerdedir ve devleti sönümlendirecek olan proletaryadır" dedi. Manifesto'da Avrupa'da dolaşan komünizm hayaletinden bahsetti. 'Söyledim ve ruhumu kurtardım' dediği gerçekler şunlardı: Yabancılaşma, bireyin ezilmesi, sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçiş, üretim araçlarının hakimiyeti, tarihsel maddecilik, temel üstyapılar, bilinç, üretim, praksis, kapitalizm.
Her tarihsel düzenin kendi yasaları vardır. Burjuvazinin kaba sömürüsü ve sermaye birikimi, emeğin özgürleşmesi önündeki en büyük engeldi. Emek, yoksulluk ve açlık, insani düşmüşlük içindeydi. Komünizm, insanın özgürleşmesini hedefliyordu. Komünizmde insan bütün kısıtlardan kurtulacak, sabah balıkçı, öğlen marangoz, akşam filozof olabilecekti. Daha sonra bütün bunlar ütopyacılık olarak eleştirildi. Marx, eserlerinde emek-zaman, metafetişizm, mülksüzleşme, ücret-kar, artı değer, kullanım değeri-değişim değeri, sınıf mücadelesi kavramlarını geliştirdi. Marx'a göre sınıf mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürecek ve sonra sınıflar ortadan kalkacaktı. Ancak O devrimi İngiltere'de beklerken, devrim Rusya'da oldu.
3 Enternasyonal düzenlendi. Birinci Enternasyonal'de anarşistler, İkinci Enternasyonal'de sosyal demokratlar, Üçüncü Enternasyonal'de komünist partiler hakimdi. Proudhon, işçinin devlet alanından çekilmesini savundu. Sosyal demokratlar, genel oy hakkı, sendikacılık, parti yoluyla devrimi savundular. Gramsci, hegemonya, tarihsel blok, rıza, sivil toplum kavramlarını araştırdı. Frankfurt Okulu tüketim, otorite üzerine tahliller yaptı. Marx'ın tekrar okumaları yapıldı, sol komünizm ve konsey marksizmi ortaya çıktı. Lukacs, şeyleşme ve özgürleşme kavramlarını inceledi. Althusser, ideolojik aygıtlar kavramını analiz etti. Avrupa komünizmi, Marksizmi kıta kültürüne eklemledi. Bütün bunlar teoricilik, sistemle bütünleşme, militanlıktan ılımlılığa doğru evrilen bir süreç izledi. Hatta Miliband gibi liberalizme, Poulantzas gibi kapitalist devletin özerkliğine vurgu yapanlar ortaya çıktı. Marksizm, totaliter rejimler üreten bir sistemdir görüşü yayıldı. İşçi sınıfı yeniden sorgulandı ve yeni toplumsal hareketler ortaya çıktı. Laclau ve Mouffe, devrime hayır demeye başladı.
Bu süreç göz önüne alındığında, Marksizm'in, işçi sınıfının iktidarı alması mücadelesinden uzaklaştıkça, Marksizm olmaktan çıktığı gerçeğine vurgu yapmak yerinde olur. 20. yüzyılın siyasal gelişmeleri, Marksist kuramcıların, siyasetle aralarındaki açının genişlediğini de göstermektedir. Bu açı, kimi özel/yerel gelişmelere karşın, dünya ölçeğinde bugün de "kabul edilebilir olan"ın ötesinde bir genişliktedir.
Günümüzde, özellikle (halen direnen Küba dışındaki) sosyalist ülkelerin çözülüşüyle birlikte, Marksizm'in tarihsel geçerliliğinin sorgulanması girişimleri, akademik çevrelerde ve "post-modernizm" olarak adlandırılan açılımlarla boyut kazansa da, teorik/entelektüel derinliği, yaşamı çözümleyebilme gücü ve toplumsal dönüşümlere kaynaklık edebilme potansiyeli açısından, (lehte ya da aleyhte) tüm siyasal-düşünsel konumlanışlarda etkisini gözlemlemek halen mümkündür ve eşit ve özgür bir insanlık ütopyasını gerçekleştirmek için insanlığın geliştirdiği en güçlü çıkışlardan biri olarak değerini önemini korumaktadır