Sırılsıklam aşıktım onunla tanıştığımda... Değersiz bir insana değerli bir kalp vermiştim ve acı çekiyordum. On dört yaşındaydım. Ilık bir sonbahar günüydü. Dersaneye gidiyordum. Dalgınlıkla ilerlerken biri bana seslendi. Sınıfta Can diye bir çocuk vardı. Serseri bir p.çti. Uyuşturucu, sigara, alkol ne ararsan vardı ama yine de iyi anlaşırdık onunla... Seslenen oydu. Dönüp baktım. Yanında arkadaşları vardı. Hepsi Can’dan büyük görünüyordu ve hepsi de onun gibi keşti. Can gülümsedi. Ve arkadaşlarını tanıştırdı. Bir tanesi öbürlerinden farklıydı. Gözlerinin altındaki morluklar olmasa kesinlikle bir bağımlı olduğunu düşünmezdim. Gözleri o kadar güzeldi ki... Gülümsedi ve elini uzattı:
“Ben Doruk, memnun oldum Elif...” Gülümsedim. Böyle biri nasıl olur da o iğrenç şeye başlardı, kendine bunu nasıl yapabilirdi? O kadar tatlıydı ki... Ellerimi koyu kahverengi gür saçlarının arasında gezdirmek istiyordum. Hepsiyle tanışınca yürümeye devam ettim. Bir daha onları nerede görecektim ki? Hem benim gibi düzgün ve başarılı bir öğrencinin keşlerle ne işi olurdu?
İlerleyen günlerde onu sık sık görmeye başladım. Sokakta yürürken aniden önüme çıkıyordu. Sahilde otutururken bir anda yanımda beliriveriyordu. O kadar iyi anlaşıyorduk ki... Aşık olduğumu unutturmuştu bana... Her şeye rağmen beni depresyondan kurtarmak için gönderilmiş kişisel meleğimdi sanki... Komikti, tatlıydı... On yedisindeydi ama yolun sonuna gelmişti. Uyuşturucu belasının son kısmına gelmişti.
Bir ay içinde arkadaşım olmuştu ama kimsenin ondan haberi yoktu. Söylemiyordum kimseye çünkü anlamazlardı. Gülüyorduk, konuşuyorduk ve ondan hoşlanmaya başlamıştım.
Bizim buluşmalarımız bir anda olurdu plansız... Yürüken bir anda karşıma çıkardı. Kadıköy sokaklarının dili olsa da konuşsalar keşke... O sokakları en çok onunla yürüdüm ben...
O gün ilk defa telefonuma ondan bir mesaj geldi ve önemli bir şey konuşmak istediğini söyledi. Gittim.
O gün hiç olmadığı kadar ciddiydi. Ellerimi avuçlarının arasına aldı:
“Bak, ben sana aşık oldum. Benden uzklaşmalısın, ben artık olmayacağım sana zarar veririm.” Şoka uğradım ona bu kadar bağlanmışken mucizemden nasıl ayrılırdım. Hayır diye adeta bağırarak oturduğumuz banktan kalktım.
“Eroinman olman umrumda bile değil... Sen benim kurtarıcımsın, senden vazgeçemem...” Güldü. Ne kadar inatçı olduğumu biliyordu. Bana sarıldı:
“Hiçbir yere gitmiyorum bebeğim...” Güldüm... Eroinman olması gerçekten umrumda değildi. O benim meleğimdi ve onu seviyordum. Babasının hangi cehennemde olduğunu bilmemesi ve annesinin onu bir hata olarak görmesi onun suçu değildi. O iki düşüncesiz evebeyn yüzünden uyuşturucu bağımlısı olması onun suçu değildi.
Çıkmaya başladıktan sonra ben gerçekten değiştim. Uyuşturucu partileri hep onun evinde olurdu ve ben de onun sevgilisi olarak o partilere hep katılmaya başladım. Her üç günde bir bir ya da iki kişi yüksek dozdan ölürdü. Ama bir şey değişmez partiler devam ederdi. Alışmıştım artık bu hayata ne kadar yabancı olsam da şaşırmıyordum artık. Ne de olsa ben de hayatın bir parçası olmuştum. Ve orada bir şey anlamıştım. Oraya gelen herkes o iğneyi damarlarına enjekte ettiği an yüzlerindeki o huzurla yaşayabiliyorlardı. Ve ben Doruk’a iğneyi yapan kişiydim. Her zaman benim yapmamı isterdi. Ve biz hep onun odasında olurduk o partideki tek ayık kişi bendim ve o beni öbürlerinden uzak tutmak isterdi. Ve iğneyi yapınca onun yüzündeki huzur... Uçana kadar elini tutmamı isterdi. Uçtuğunda yavaşça çıkardım evden... Uyuşturucudan nefret eden ben onu kullanan insanlara acıyan ben kurtarıcımı zehirliyordum ve mutluydum çünkü da mutlu oluyordu.
O kadar partiye katılmış o kadar çok şey görmüş olmama rağmen ben hiç başlamadım ben masum kızdım. Ve Doruk da beni korumak için her şeyi yapıyordu. O benim kurtarıcımdı onun için her şeyi yapardım. Her şey o kadar normal görünüyordu ki... Kimsenin hiçbir şeyden haberi yoktu. O partilere katılıp birine eroin verdiğimi ve bir eroinmanla çıktığımı kimse bilmiyordu ve ben hala ne yaptığımın farkında değildim.
O gün dğum günüydü. O gece orada kalmamı istemişti ama ben kalmamıştım. Doğum günüydü yarın... Ertesi gün her şeyin siyah olmasına karşın beyaz bir elbiseyle dışarıdaki kara uyum sağlayarak erkenden evine gittim. Doğum gününü ilk kutlayan omak istiyordum. Kapıyı açtım ve donup kaldım. Meleğim, sevgilim, kurtarıcım kolunda kimbilir kaç kişinin nlarca kez kullandığı iğrenç bir şırınga saplı gözleri açık köpek leşinden farksız öylece salonun ortasında yatıyordu. Altın vuruş... Hiçbir şey yapamadım. Ona bu ölümü yakıştıramamıştım. Ne yaptığımın farkına ilk o zaman vardım. Ben onu zehirliyordum yavaş yavaş... Ve bir seferde yok etmişti kendini... Neden sonra şırıngayla kolu arasına konmuş kağıdı fark ettim. Titreyerek açtım:
“Bebeğim... Bunu uzun zamandır düşünüyordum ve doğum günümün en doğru gün olduğuna karar verdim. Ne de olsa bir hatadan ibarettim, on sekiz yaşının ufak bir hatası... Ben yanlışların adamıydım ve aşık olmak için senin gibi bir masumluk abidesini buldum. Bunun için üzgünüm... Ben kendi bataklığımda zaten dibe çökmüştüm, er ya da geç seni de yanıma alıp kirletecektim. Sen benden vazgeçmeyeceğin için ben senden vazgeçiyorum bebeğim... Kendine iyi bak çünkü seni çok seviyorum bebeğim...”
Kağıdı da alıp oradan uzaklaştım. Ağlamıyordum çünkü hissedemiyordum. İnanmıyordum da zaten... Ve vicdan azabı... O gece orada kalsaydım belki... Belki yapmayacaktı. Şiddetle reddediyordum o cesedin benim kişisel meleğime ait olduğunu... Yediremiyordum... Benim yüzümden gitmişti... Sonra bir anda gerçek uçurumdan yuvarlanan taşlar misali üstüme yuvarlanmaya başladı. Kurtarıcım gitmişti ve ben hala aşıktım... Birkaç aylığına gitmiş gibi görünen keskin acı tekrar saplandı. Kağıdı parçalayıp attım. Başka birinin hayatındanmış gibi görünen bu birkaç ayı hiç yaşanmamış sayacaktım. Kurtarıcım böyle olsun istemişti.
Bir hafta sonunda doyasıya ağlamaya başladım. Yasımı kısa tutmuştum ve en sonunda bir sabah kalktığımda her şey birkaç önceki kaldığı yerden devam etmeye başladı. Kuratarıcımın hatırasına sadıktım fotoğraflara hediyelerine hiç dokunmadım onları atmadım da... Çünkü meleğimi bazen birlikte yürüdüğümüz sokaklarda görüyorum. Bir anda karşıma çıkıyor ve gülümsüyor... Gözlerinin altındaki morluklar yok artık... Sadece derin mavileri ve sıcacık gülümsemesi var... Kadıköy sokaklarının her santiminde biz varız. Ben hala o sokaklarda yürürken garip bir şekilde onun yine bir duvarın arkasına gizlenip ben oradan geçerken çıkacağını biliyorum. Elimden tutup koştura koştura dolaşacağımızı biliyorum. Onu hala hissediyorum çünkü içimde bir yerlerde o mavi gözleri ve sıcak gülümsemesiyle hala var...
Not: isimler hariç gerçektir...