Gece Evi Serisi

Türkiye 'deki en güncel Gece Evi forum sitesine hoş geldiniz!

Sitemizdeki anketleri oylamak ve başlıklara cevap yazabilmeniz için üye olmanız gerekmektedir.

Eğer üyeliğinizi aktif edemiyorsanız Perşembe-Cuma günlerini bekleyin. Her Perşembe ya da Cuma günleri aktif edilmemiş üyelikler yönetim tarafından aktif edilecektir.

Sitemizde iyi vakit geçirmeniz dileğiyle...

Forum Admini: Erdem Fierce

Join the forum, it's quick and easy

Gece Evi Serisi

Türkiye 'deki en güncel Gece Evi forum sitesine hoş geldiniz!

Sitemizdeki anketleri oylamak ve başlıklara cevap yazabilmeniz için üye olmanız gerekmektedir.

Eğer üyeliğinizi aktif edemiyorsanız Perşembe-Cuma günlerini bekleyin. Her Perşembe ya da Cuma günleri aktif edilmemiş üyelikler yönetim tarafından aktif edilecektir.

Sitemizde iyi vakit geçirmeniz dileğiyle...

Forum Admini: Erdem Fierce

Gece Evi Serisi

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Gece Evi Serisi

Gece Evi Serisi Türkiye Fan Sitesi , Türkiye 'nin Gece Evi


    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 3:44 pm

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Sevgili üyelerimiz, bildiğiniz gibi bir süredir sitemizi hareketlendirmek için bazı çalışmalar yapıyoruz.Bir süre önce sitemizin "enler"ini seçmiştik.Şimdi sıra pek çok üyemizin sürekli olarak sorup yakından takip ettiği hikaye yarışmasına geldi.Hikayeler %50 sizin, %50 jüri oylarıyla seçilecek.Jüriler tamamen gizli olmakta birlikte yönetici grubu tarafından oluşturulacaktır.Ancak siz oylarınızı göndermeden önce bazı uyarılar/hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.

    -Burdaki hikayelerin hepsi üyelerimizin kendi hayal çerçevelerinde yarattıkları ve emek sarf ettikleri eserlerdir.Lütfen emeğe saygı gösterin ve okumadan oy kullanmayın.

    -Adaletli bir oylama sistemi için hangi hikayenin hangi üyeye ait olduğunu yazmadık.Ancak bilgilendirme yapmış arkadaşlar için hatırlatalım ki, biz bu sitedeki yakın dostlukların hepsini yakından takip eden kişileriz.Özellikle arkadaş çevresinde dağıtılan oylar denetlenecektir.

    -Hikayelere oy kullanırken listenizi beğeni sıranıza göre oluşturunuz.Yani hikayelerin hepsini beğeninize göre sıralayıp öyle oy kullanınız.

    -Küçük bir hatırlatma, yarışmaya katılan üyeler-ya da çiftler- kendi hikayelerine oy kullanamazlar.Öyle bir durum söz konusu olduğunda oylar geçersiz sayılacaktır.

    -Eğer yarışmada kullanılan hikayeler hakkında herhangi bir ihbar gelirse yarışma durdurulacak, olay sonuçlanana kadar oylama geçersiz kabul edilecektir.


    Tüm Yarışmacılara Bol Şanslar..!


    Oylar Phoenix,AhMeT&SeLiM-night veya Kiraz* adlı üyeye özel mesaj yoluyla ya da geceeviturkiye@gmail.com adresine gönderilmelidir.
    Oylama 09.02.2011-21.02.2011 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir.Sonuçlar ertesi gün 19:00'da açıklanacaktır.


    En son Phoenix tarafından Salı Şub. 22, 2011 7:01 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 4 kere değiştirildi
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 3:49 pm

    Fatmagül'ün Suçu?


    Fatmagül için hayat kolay değildi. Çünkü hem çulsuzdu hem de kıt zekalıydı. Bu yüzdendir ki gecenin bir yarısı 4 erkeğin olduğu o ormanlık alandan geçmek için tutturdu. Tabii ki kendini bir anda Türk filmlerinde kovalamaca oynayan aşıklar gibi koştururken buldu.

    "Fatmagül'ün Suçu Yok !"

    Bu kelime Fatmagül'ün Behlül Geldi lafından sonra en çok duymak istediği cümleydi

    Ancak olmadı, olamadı. Behlül geldi yerine "nikah yaklaştı", fatmagül'ün suçu yok! yerine "allah belanı versin fatmagül"ü duydu.

    Abisi hala "Onun suçu yok,suçu yok onun" diye koşuşturuyordu. Yenge hanım ise "Rahmin otur yerine" dedi ve dekoltesini açarak "Bu bahtsızlar da güneş yüzü görsün biraz"dedi.

    İşte tam o anda gökten kanatlı bir cisim yaklaşmaya başladı. Fatmagül hızla cama çıktı. Bu gelen "Aman Allah'ım" Kanatlı Behlül'dü. Onu kurtarmaya gelmişti. Tam pencerenin önüne konacakken;elindeki tabelayı kaldırdı. Üstünde "Behlül Uçar" yazıyordu. Geldiği gibi kayboldu.

    Yoksuldular,başlarını sokacak bir evleri vardı fakat sadece başlarını sokabiliyorlardı,kıçları dışarıda kalıyordu. Bu yüzden sürekli bağırsak hastalıklarına yakalanıyorlardı. Bir gece Fatmagül'ün çığlıklarıyla uyandılar.

    Fatmagül'ün Behlül'e tecavüz ettiklerini görmüştü. Ulu Rahmin adına diyerek dışarı fırladı. Ormanlık alana yakşatığını sonradan farketti. Dört genç kolbastı oynuyordu.

    Fatmagül de katıldı onlara.


    MUTLU SON
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 3:52 pm

    Galiba



    Sabah uyandığımda yataktan bile kalkmak istemiyordum. Evet sözüm vardı. Onlarla sinemaya gidecektim ama birazcık yalandan ne olurdu ki? Hastalandım desem inanırlar mı acaba? Kabul ediyorum. 16 yaşında uyuşuk kızın tekiyim. Yataktan kalkarken, her kelimesini ezbere bildiğim bir şarkıyı mırıldanmaya başladım. Bal rengi uzun saçlarımı tarayıp üstün körü yukarıdan bir topuz yaptım. Babetlerim, dar kotum üstünde ise çok güzel bol rengarenk bir bluz giydim. Koşarak mutfağa gittim ve annemle babamı öptükten sonra çantamı alır almaz evimizin yakınındaki mağzaya doğru hızla yürümeye başladım.Ulaştığımda Desiree,Lillian,Summer ve Sky beni bekliyordu.Hemen Summer'ın koluna girdim,

    “Hadi ama!Gidelim artık seans kaçacak!” dedim. Hem kekeme hem gevezeydim anlayacağınız. Pek ses etmediler çünkü kendi aralarında belli ki çok önemli olan bir konuşmaya dalmışlardı. Merak ederek kafamı onların arasına soktum. Duyduklarım beni bayılacak kadar heyecanlandırmıştı.

    “Bugün geliyormuş!”

    “Kitaptaki Lux'ın en sevdiği karakteri oynayan yakışıklıymış gelen.”

    “Ah,hemen gelsede görsek!”

    “Üf,fena yakışıklı diyorlar.”

    Sessizce olanları dinledim. Bir süre platonik aşk beslediğim -ki halen besliyorum- yakışıklı mı yakışıklı kitap karakterini canlandıran aktör buraya geliyormuş. Bu süper bir haberdi. Hatta süperden de öte bir haber ama... Ben en çirkin kıyafetlerim ve en çirkin saç modeliyle ödül bile kazanabilecek bir haldeyken...Lütfen ama! Dünya birazcıkta benim hayırıma birşeyler olsun şu dünyada...

    Biz mağzanın kapısında salak gibi beklerken, herkesin “kaşar peyniri” diye adlandırdığımız bir grup kız, çığlık çığlığa bağırarak gelecek aktörden bahsediyordu. Aralarında ki en tecrübeli gözüken konuşmaya başlayınca biranda hepsi sustu. Kızın sesinde bile bir meymelet yoktu.

    “Kesinlikle onu bekleyeceğiz. Hatta onu elde edeceğiz. Ha ha! Daha doğrusu, ben onu elde edeceğim sizler de beni izleyip benden bişeyler kapacaksınız!”
    Tam tokatlık kız derken, Summer'ında bana onaylarcasına bakması güvenimi yerine getirmişti. Sesimi duyurmak için yükselterek “Beni görmese bile benim onu görmem lazım kızlar! Lütfen lütfen lütfen ama lütfen hep birlikte onu bekleyelim...”

    Lillian, Sky ve Desiree duyduklarından mutlu değillermiş gibi aynı anda yüzlerini buruşturup kafalarını salladılar. Ne diyeceklerini anlamıştım ama nasıl bunu bana yaparlardı?Ben onlar için herşeyi yapıyordum. Çoğu kez de kendi isterklerimden de vazgeçmiştim. Bugün ise ben onlardan bişey istemiştim sonunda ama aldığım cevaba bak! Nasıl bir arkadaş seçimim var, kendimi tebrik ederim...Evet. Çok kötü arkadaş seçiyor olabilirim ama çok iyi “ikiz” seçiyorum. Summer herzaman ki mükemmelliğini göstererek -seni seviyorum İkiz- ,“Tamam, siz sinemaya yetişin ben onunla kalırım...” dedi.Sessizce, "teşekkürler "diye mırıldandım. Biliyorum, o gerçek arkadaş...

    Onlar -Lillian, Sky ve Desiree- sinemalarına koşarken bende Summer'la yakındaki kafeye kendimi attım. Ne kadar orada oturduğumuzu gerçekten biliyorum. Galiba dört ya da beş saatten daha fazla... O, “ben sonuna kadar beklerim bıdı bıdı...” havalarına giren kızlar bile sıkılıp gitmişlerdi. Karanlık çökmüştü bile. Artık şüpelenmeye başlıyordum. Zaten Summer'da “günlük iyi arkadaş kapasitemi zaten aştım, yetmedi mi Lux?” diye debelenmeye, sahtesinden bayılma numaraları yapıyordu. Bende sıkılmıştım zaten. Annem çok tanınmış bir gazeteci olduğu için otel sahiplerini tanıdığı daha yeni aklıma gelmişti. Summer'a son beş dakika diyerek otele koştum. Giriş çok kalabalıktı diye de arka kapıdan dolanmaya başladım. Benim girdiğim arka sokağa giren bir arabanın acı freniyle ayaklarım yerden kesildi. Çığlık atmamak için kendimi tutuyordum çünkü hem araba beni korkutmuş hemde içinden inen adam beni kendimden geçirtmişti. Kim miydi?




    Oydu...
    Hayallerimde ki koca...
    Mükemmel sevgili...
    O herşeydi...

    Ben, rüyalardan rüyalara koşup, belki onunla sahip olacağımız on tane çocuğun hayalini kurarken sesi beni yerimden zıplatmıştı. Tıpkı rüya ve hayallerimde ki gibiydi.
    Sarı saçları dağınık, iri kahverengi gözleri hüzünlü, boyun en az 1.85 ve de süper kaslı.Şaşırmış bir halde donup kalmışken bana süper çarpık gülümsemelerinden birini yollayarak,“İmza mı istemişti bu genç bayan?” diye sordu.

    “Evet, hayır. Yani evet. Aman tanrım! Bu çok utanç verici...”

    “Yo... Hiçte utanç verici birşey değil. Bu... Bu çok doğal.”

    Gülüşü, tek kelimeyle mükemmeldi. Tıpkı diğer heryeri gibi... Kafamı sallayarak olabildiğince güzel görünmeye çalıştım. “Haklısın, sen bunlara alışmışsındır. Şimdi büyük ihtimalle her kızın yaptığı, kendime yakıştıramadığım bir davranışta bulunacağım. Lütfen sinirlenme...” derken ellerimin heyecandan titrediğine yemin edebilirdim. En harika gülümsemesiyle bana bakarak hazır olduğunu belli eden, güven veren bir gülümsemeyle bana baktı. Kendi kendime “işte başlıyoruz,” diye mırıldandım. Cebimde unuttuğum -şükürler olsun sonunda unutkanlığımın yararını gördüm- buruşuk kağıt parçasını çıkardım. Sonra da çantamdan pembe fosforlu bir kalem. Kağıda aceleyle telefon numaramı ve ismimi karaladım. Bana imzalı kağıdını verir vermez, boşta ki elini tuttum ve avucunun içine notu bıraktım. Sonra aklım sinirli ve beklemekten sıkılmış olan Summer'a kaydı. Ah lanet olsun! Onu orada unutmuştum!

    Arkama bile bakmadan koşmaya başladım. Arkamdan “heey, nereye gidiyorsun?” diye seslendiğini duymuştum. Kendi kendime küfürler savurarak Summer'ın yanına ulaştım. Gözlerinden deyim yerindeyse ateş fışkırıyordu. “Sen neredeydin? Meraktan öldüm. Aradım ama açmadın. Hadi seni beklerken annenden ve annemden büyük azar yedim. Hemen gitmemiz lazım...” onu tam olarak dinleyememiştim. Kafamda sadece Wes Aardoom vardı. O ve müthiş gülüşü... Yolda beynim meşgul birşekilde hızlıca yürürken Summer'ın arkamdan bağırıp çağırdığını duydum. Sinirlenmişti. Tamam kabul sinirlenmesi çok doğaldı. Sinirlenmesinin nedeninin fark etmeden çok hızlı gidip onu arkada bırakmammış. Söylediği hiçbirşeye cevap vermedim. Sadece kafamı salladım. Eve gider gitmezde kendimi yatağa attım. Zaten yatar yatmazda uyumuştum. Rüyalarımda bile o mükemmel adam vardı.

    Sabah kalkar kalkmaz yıkandım. Saçlarımı yani belkide en güzel yerimi özenle topladım. Sade ama şık bir elbise giydikten sonra koşar adımlarla -gene- evden fırladım. Ne Desiree'yi, ne Lillian'ı, ne Sky'ı ne de Summer'ı aramıştım. Tek düşündüğüm -tekrar gene- O'ydu. Otelin olduğu yere vardığımda nefes nefese felaket bir haldeydim. Normal girişten mi girsem acaba derken dün nerede karşılaştığımız aklıma geldi. Koşar adımlarla arka kapıya doğru yürüdüm. Bir beş-on dakika boyunca ayakta dikilip Wes'i bekledim. Yok artık bekleyemeyeceğim, dediğim anda kapının açıldığını gördüm. Kapıdan güzel bir kadın -yaşlı olduğu belliydi-, arkasından makyaj-giysi sorumlusu olduğunu anladığım birkaç kişi geldi. Üf, yine Wes yok derken, muhteşem gülüşü ve o kapıdan çıktı. Beni önce menajeri olan asık suratlı, yaşlı ama güzel olan o kadın gördü. Yüzü gerçek anlamda tiksintiyle kırıştı ve beni yok sayarak arabaya doğru yürümeye başladı. Wes'de aynı şeyi yapacak seni aptal kız rezil oldun işte, diyecekken beklenmeyen birşey yaparak eliyle menajerine beş dakika işareti yaptı. Yaşlı cadının yüzü tekrar buruştu ama ses çıkarmadan yürümeye devam etti. Salak gibi dikilip, sırıtmaktan hiçbirşey yapmadığımı fark ettiğimde çok geç olmuştu. Çoktan o konuşmaya başlamıştı bile...

    “Sen şu dünkü kızsın. Hani telefonunu bana veren. Eee, beni görmeye mi geldin? Dün bir anda gidince bende bişey oldu zannettim.”

    “Seni görmek çok iyi oldu. Biliyorum, ünlüsün. İşin gücün var. Ama belki konuşmak istersin " dedim." Kesinlikle kötü bir niyetim yok. İstemezsen anlarım... Bu arada dün senle tanışınca heyecandan arkadaşımı kafe de unuttum. O yüzden kaçar gibi bir anda kayboldum ortalıktan.”

    “Evet, zaten bende bişey olduğunu tahmin etmiştim. Konuşma konusunda da yarın işim yok. Zaten daha bir ay kadar bir süre buralardayım. Çünkü hem tatil hemde tanıtım turu. Yarın otelde buluşalım. Tabi sana da uyarsa? Yanlız baştan söyleyeyim kesinlikle ve kesinlikle bunlardan hiçkimsenin haberi olmayacak. Hele magazinin asla. Korkmanı istemem ama menajerim bu konuda çok katıdır. Sonu kötü olur...”

    Onu dinlerken, hüzünlü hüzünlü yavru köpek gibi bakan ela rengi gözlerinde resmen kaybolmuştum. Aklımdan yaşıma uymayan edepsiz şeyler geçiyordu. Konuşmasının bittiğini ancak bana herzaman ki harika gülümsemesinden atınca anladım. Kafamı sallayarak olur uyarım, gibisinden şeyler söyledim. Bana bakarak “gitmem lazım ama yarın görüşürüz. Sakın ha unutma!” diyerek ortadan kayboldu. Son model arabasına binerken ana kapıda bekleyen hayranların ve gazetecilerin, “arka kapıda olacağını nasıl da tahmin edemedik!” diye hayıflandığını duydum. Başımı yukarı kaldırarak gurur, sevinç ve heyecan içinde eve döndüm. Eve gider gitmez de kendimi saatlerce sürecek bir bakıma aldım. Ertesi gün olduğunda heyecanım yine doruklardaydı. Dünkü gibi sade ama çok şık bir elbise giyerek yola koyuldum. Otelin arka tarafında çalışanların sigara içerken dinlenmesi için konulan banklardan birine oturup saatlerce bekledim. Ne telefonum çaldı, ne de herzaman çıktığı kapı da bir hareketlilik. Günün sonunda kendime lanetler okuyarak eve döndüm. Ne kadar da salaktım. Ne sanıyordum ki? Etrafında binlerce seksi, güzel ama aptal kız varken bana bakacağını filan mı? Ben seksi olmayan herzaman yaşından küçük gösteren zeki sayılan, çokta güzel olmayan bir ergendim sonuçta. O ise, ünlü bir aktördü. Sarışın çıkık çeneli, kaslı, uzun, sempatik ve daha nice güzel özelliği olan bir aktör hemde. Yattığımda sadece ağladım. Saatlerce hemde. Aptallığım yüzünden gerçek anlamda hem sinirlenmiş hemde üzülmüştüm. Tekrar akşam yemeği yemeden yatmıştım. Evet açtım ama ne anlamı vardı ki? Belki de anoreksiyadan ölür kurtulurdum... Sabah olunca ne yapacağıma karar vermiştim. Otele gidecek, odasından onu arayacak, kendisini ünlü, yakışıklı ve harika bir aktör dışında ne sandığını soracaktım. O mükemmel bir fiziğe sahip olsa da benim gibi kolay incinen, ergenlik döneminde ki bir kızı nasıl bu kadar çok üzebilirdi? Herzaman ki elelade giysilerimden giyerek otele doğru yola çıktım. Gözümde de gözlükler vardı. Kimse ağladığımı görmesin diye. Ergen aklı, ne yaparsınız... Otele vardığımda resepsiyonda ki adam pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Elimin tersiyle kocaman bir tokat atmamak için kendimi zorladım. Yüzümde sahte bir gülücükle anlatmaya başladım.
    “Merhaba... Ben Lux. Burada kalan Wes Aardoom'la konuşmak istiyorum. Sadece konuşmak. Eğer ona ben olduğumu söylerseniz benimle konuşacağına eminim.” sözlerimi kendimden emin bir ifadeyle noktalamıştım. Esasında hiçte emin değildim. Hem de hiç... Bu adam beni başından atmaya çalışıyordu. Birde benle konuşacak mıydı?

    Adam aynı gülümsemesiyle hiçbirşey demeden elime doğru bir kağıt uzattı. Kağıdı adamın elinden alıp okumaya başladım. Notta çirkin bir elyazısıyla kısa birşeyler karalanmıştı. Yollayanın Wes olduğunu hemen anlamıştım.

    “Merhaba. Biliyorum. Dün seni fena ektim. Ama imza günüm son anda ortaya çıktı. Sende benim hayranım olunca öğrenmişsindir zannettim. Sonra bu fazla gülen resepsiyonist senin saatlerce beklediğini görünce bana haber verdi. Ben de çok üzüldüm. Aynı saatte geleceğini düşünerek bu notu bıraktım. Eğer aynı saatte gelmediysen de sorun yok. Sadece beni uzun bir süre bekletmiş oldun. Eğer normal saatteysen, aynı yerdeyim...”

    Gerçek anlamda elim ayağım birbirine girerek koşmaya başladım. Hemen Wes'in olduğu yere vardım. Yanına oturdum ve yüzüne bakıp yaklaşık bir dakika boyunca gülümsedim. Neden yaptım bilmiyorum ama yaptım işte. O da sanki hiç sıkılmamış gibi aynı sıcak ve samimi gülümsemeyle bana baktı. Aramızda ki bu garip anı onu güçlü ve üzgün sesi böldü.

    “Senden gerçekten de özür diliyorum. Biliyorum. İnsanlar bizleri küstah ve duygusuz sanıyor ama öyle değil. Yani ben öyle değilim. Eğer kırıldıysan ki kırılmışsındır, çok üzgünüm. Umarım beni affedersin. Bak, ben şöyle yapalım diyorum. Ben sana mesaj atayım, meşgul olmadığım günlerde burada buluşalım. Benim için çok güzel oluyor. Ama evet desende demesende lütfen kimseye anlatma. Lütfen...” sesi son cümlesinde güven ve yalvarış doluydu. Hüzünlü gözlerinde gene kaybolmuştum.
    İşte böyle başlamıştı. İşte böyle aşık oluyordum. İşte böyle belkide hayallerim gerçek oluyordu. İşte böyleydi. O günden sonra neredeyse hergün orada, otelin arka kapısında buluşmaya başladık. Bazen o, bazen de ben hayatımızdan hikayeler anlatıyorduk. En son öğrendiğim hikayede, onun zorla -menajeri zoruyla- oynadığı filmin baş rol kızıyla sevgili yapmışlar. Yani formalite, basın icabı. Nefret ettiğini söylediğinde gerçektende o güzeller güzeli başrolde ki kızı sevmediğini anlamıştım. Herşey mükemmeldi. Hayat bana acımaya başlamıştı sonunda. Takii ogüne kadar. Ogün, sıradan günlere nazaran Wes ile buluşmadığımız günlerdendi. Sessizce yatağıma yatmış telefonumdan Wes'le çektiğimiz fotoğraflara bakıyordum. Sonra kapım bir anda gürültüyle açıldı. İçeriye ise gözü sinirden dönmüş bir ikiz yani Summer girdi. Ne olduğunu anlamamıştım. Yataktan çıkıp, yatağın ucunda ki sandalyeye oturdum. Summer durmadan konuşuyordu. Sinirliydi ve üzgündü. Gözleri doluyor, sonra da elinin tersiyle gözünde ki yaşları siliyordu. Korkmaya başlamıştım. İfadesiz bir yüzle ona bakarak “Annene ya da babana bişey mi oldu Summer?” dedim. Biliyordum, o herzaman soğuk kanlıydı. Ama şimdi içinde çok uzun zamandan beri beklettiği bir volkanı patlatmıştı. Sesi suçlayıcı, kırıcı ve bir o kadar da üzgündü.

    “Anneme yada babama bişey olmadı Lux. Sadece sen senelerden beri unutmadığın doğum günümü unuttun. Farkındaysan üstünden iki gün geçti. Telefonlarıma cevap vermiyor, beni aramıyordun. Ben esas senin annene ya da babana bişey oldu zannettim. Hani sen benim ikizimdin? Hani sen ve bendik sadece? Hani sen asla unutmazdın?” söyledikleri kalbimi dağlamıştı. Evet, lanet olsun, evet! Doğum gününü unutmuştum...

    “Çok üzgünüm Summer, lütfen beni affet. Bu iş bu hafta bitecek. Kendimi affettireceğim merak etme...” Summer, hayatımda gördüğüm en duygusuz maskesiyle kapıdan çıkarken “Zaten yarından başka arkadaşlığımızı kurtarman için şansın yok...” dedi.

    Ağlamaya başladım. Annem babam ve kardeşim sırayla yanıma geldi ama onlara hiçbirşeu söylemedim. Sadece ağladım. Sonrada Wes'e “yarın acil buluşmamız lazım,” dedim. Hemen cevabı geldi. “Bende aynı şeyi sana söyleyecektim zaten.”

    Ertesi gün gene ağlamaktan şişmiş gözlerimle otele gittim. Otelde bu sefer arkaya dönememe gerek kalmadı çünkü Wes kapıdaydı. Sessizce “Niye arkada değilsin?” diye sordum. Cevap vermedi. Ellerimi tuttu ve ağlamaklı bir ifadeyle “Gidiyorum...” dedi. Şok olmuştum. Belkide felç geçiriyordum. Hiçbirşey söylemedim. “Hayır. Gidemezsin. Beni burada yanlız bırakamazsın...” ağlıyordum aynı anda. Yüzümü avcumun içine aldı ve gelen arabasına doğru yürümeye zorladı. Arabaya bindik, bana sarıldı ve hiçbirşey demeden o sihirli sözcükleri söyledi.

    “Ben galiba aşık oldum...”
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 3:55 pm

    FONDİP
    Jesse ellerini masanın altında birleştirip naylon torbayı yırtarken kıkırdadı. Barın karanlık ve dumanlı ortamıyla karışan yüksek ses onun kıkırdamasını bastırmıştı. Dirseğiyle Michella'yı dürttü. Ancak Michella onu takmayarak çevresine bakınmaya devam etti. Bu tabii ki Jesse'nin moralini bozmamıştı. Annesi yeni bir oyuncak almış küçük bir kız çocuğu gibi iki parmağını beyaztoza batırıp yavaşça çekti. Kum taneleri gibi parmaklarının arasından kayarken Jesse büyük buluşma için heyecanlanmıştı. Çevresindekileri umursamadan tozu içine çekti. Önce küçük bir acı onu yakarak ezdi. Mide bulantısı ve ağrılarla birlikte tatlı bir uyuşukluk onu sardı. Vay canına, diye düşündü Jesse. Dünya üzerinde böyle hissettiren başka bir şey daha olamazdı. Geriye yaslanıp oturduğu ince metal sandalyede geriye doğru kayarken kıkırdaması artık daha yüksek sesli ve hülyalıydı. George gözlerini Jesse'nin kıvrılmış bedenine dikti. Bu kız tam bir s.rtüktü. Ama garip bir şekilde onu eğlenceli buluyordu. Thomas'ın derdi ise Michella'ydı. Uzun süre önce ayrılmış ikili ancak grup toplantılarında yan yana geliyorlardı. Ancak Michella son zamanlarda zengin züppelerle birlikte Harvard'da takıldığı için burnu kalkık bir züppeye dönüşüyordu...Thomas'a göre. Ancak Michella sadece hayatını bir düzene sokmaya çalışıyordu. Bu yüzden Thomas'tan uzak durmayı tercih ediyordu. Walter masaya oturduktan sonra kız arkadaşı Sophie'yi de yanına çekti. Sophie Jesse'ye bakıp sırıttı.

    "Hey Jesse, evde devam edelim mi? Polis geçen hafta buraya iki kez baskın yapmış. Pek tekin değil anlayacağın."dedi. Jesse uyuşuk bir şekilde başını salladı. George masadan destek alarak kalkarken Thomas cüzdanını çıkardı.

    "Alman usülü bayanlar baylar."dedi yeşil banknotu masaya fırlatırken. Hepsi cüzdanlarından bir miktar para çıkarıp Thomas'ınkinin üstüne koydu. Sonra eşyalarını toplayıp Thomas'ın evine yola çıktılar.

    "Aslında ben gitsem daha iyi olur."dedi Michella tanıdık pembe binanın önünde durduklarında. Jesse temiz havayla kendine gelmiş bir şekilde onu kolundan çekiştirdi.

    "Saçmalama tatlım, hadi gel.Çok eğleneceğiz."dedi sırıtarak. Michella huzursuzca kıpırdanıp onu çekiştirmesine izin verdi. Lambanın titrek ışığı altında üç katı çıktılar. Michella'nın huzursuzluğu giderek artıyordu. Thomas çakırkeyf bir şekilde anahtarlığını çıkardı ve ikinci denemede kapıyı açtı. Geriye çekilip referans yaparak sırıttı.

    "Buyrun bayanlar baylar." Hepsi içeri girip eşyalarını ikili koltuğun üstüne attı. George ve Walter koltukları çekip orta sehpayı açtılar. Jesse elini çantasına daldırıp barda açtığı naylon torbayı çıkardı. Büzdüğü ağzını büyük bir özenle düzleştirip sehpanın üstüne koydu. Sophie elinde bir kaç içki bardağıyla geldi. Thomas'ın elinde içki şişeleri vardı. Hepsini orta sehpaya yerleştirdiler. Sonra teker teker çevresine dizildiler. Thomas hepsinin önüne birer bardak koyup yavaşça tekila doldurdu. Michella küçük bardağı elinde çevirdi. Eskiden bu oyunu büyük bir zevkle oynardı. Ah, eskiden pisliğin tekiydim, diye düşündü. İfla olmaz bir baş belası. Karakollar mekanı olan lanet olasıca işe yaramazın tekiydi. Sonra annesinin kanser olduğunu öğrenmiş ona bakmak gibi bir yükün altına girmişti. Gündüzleri çalışırken akşamları ders çalışıp hayatını kurtarmaya bakıyordu. Zeki bir kız olması hayatını kurtarmış, Harvard'ı kazanmıştı. Gönderdiği mektuba red cevabı beklerken onaylandığını gördüğünde adeta delirmişti. Yinede bazı alışkanlıklardan vazgeçmemişti. İçmeyi, arkadaşlarıyla takılmayı seviyordu. Ama Harvard'daki arkadaşlarıyla burdakiler arasındaki uçurum onu boğuyordu.

    "Evet, ilk kim başlasın?"dedi Thomas. Gözleri Michella'ya kaydı. "Michella?"dedi sırıtarak. Michella ellerini sehpanın üstünde birleştirdi. Boş bakışlarını Thomas'a çevirirken az sonra çok eğleneceğini düşündü. Aslında saçma. Eğlenmeyecekti. Bu sadece bir kurtuluş arayışıydı.

    "Seni aldatmıştım."dedi düz bir sesle. Thomas kıpkırmızı kesilirken Jesse kıkırdayarak fondip yaptı. Ona şaşkınlıkla bakan Sophie'ye dönüp omuz silkti.

    "Ne yani siz hiç birini aldatmadınız mı?"dedi gayet normal bir şeymiş gibi. Thomas ellerini yumruk yapıp sırıtmaya çalıştı ve o da fondip yaptı. Boş bardağı ithaf eder gibi Michella'ya doğru kaldırdı. Michella'nın yüz ifadesi taştan gibiydi, hiç bir değişiklik yoktu. Derin sessizlik sanki olacakların habercisi gibiydi. Ama kimse onu dinlemedi, kimse sessizlikle iş birliği yapmadı. Herkes ona sırtını döndü.

    "Sıra bende!"diye ciyakladı Jesse. Dizlerinin üstünde doğrulup bardağı eline aldı ve kıkırdayarak diğerlerine baktı. Bardağı elinde bir kez çevirip ne soracağını düşündü. Jesse enerjik bir kızdı. Toplumun ahlak kurallarını pek takmazdı. İnsanlar onun için inançsız derlerdi, ya da her neyse işte. Alkolik bir anneyle tek başına büyüyen bir kız olarak içine kapanmak yerine tüm iyiliğini, çocuksuluğunu ve neşesini dışa vurmuştu. Ama herkesin sırları vardır. Jesse'ninki gizli bir kimlikte. Kimsenin şimdiye kadar görmediği birisiydi öbür Jesse. Kız yüzündeki gülümsemenin silindiğini hissetti. Sessizlik bir kez daha çığlık attı. Belki de Jesse'ye yalvardı. Her şeyi bırakıp o gece o odadan kaçması için. Arkasına bakmadan dar ve karanlık sokaklarda izini kaybettirmesi için. Ancak Tanrı'nın işine karışamazdı sessizlik. Olacaklar belirlenmişti artık. Jesse kafasını kaldırdığında tekrar gülümsüyordu.

    "Eski ve değerli parçalar satan müzik dükkanlarının birinden Joe Dassin cdsi çaldım."dedi bardağı havaya kaldırdıktan sonra fondipleyerek. Sophie kıkırdayarak bardağı eline aldı.

    "Bende Bob Dylan cdsi çalmıştım."diyerek fondip yaptı. Thomas elleriyle oynarken Michella onu izliyordu. Daha bir kaç ay önce bu adamla olduğuna inanamıyordu. O kadar sorumsuz ve salaktı ki. Michella iç çekip bardağı kafasına dikti.

    "Sende mi?"dedi Sophie şaşkınlıkla. Michella başını sallayıp elinin tersiyle ağzını sildi.

    "Jeff Buckley cdsi yürütmüştüm."dedi. Thomas güldü. Ama neşeli bir gülüş değildi.

    "Harvard'daki arkadaşlarının sandığı kadar temiz değilsin, ha?"dedi başını kaldırmadan. Michella ise meydan okur bir tavırla ona bakıyordu. "Onlar senin nasıl bir f.... olduğunu biliyorlar mı?"

    "Ağzını topla!"dedi Michella sinirle. "Yoksa ben toplarım." Thomas sinirli bir gülüşle ona baktı. İkisininde sinirleri gerilmişti. Bir kaç ayın öfkesini kusmaya hazırlardı. Michella ayağa fırlayınca Thomas'ta doğruldu. Jesse onları takmıyordu. Oyunun sıktığını düşünüp lanet olasıca arkadaşlarının arasından sıyrılarak tüm malı kendisine ayırmıştı.

    "N'aparsın, ha?"dedi Thomas sesli bir kahkaha atarak. Michella ellerini yumruk yaptı. "Senin yapmayı tek bildiğin şey s.rtüklük!"diye haykırdı.

    "Seni i...!"diyerek onu itti Michella. Thomas hızla üzerine yürüyerek onun bir kolunu kavradı. George ve Walter hızla ayağa fırlarken Sophie olanları izleyerek 6'lı paketteki bira şişesine uzandı. George ile Walter, Michella ve Thomas'ı ayırmak için harekette bulununca Michella elini kaldırıp onları durdurdu. George ile Walter tereddütle bakıştılar. Ama müdahele etmeye cesaret edemediler. Jesse malın yarısını içine çekmiş koltukta arkasına yaslanmıştı. Bulutların üzerinde uçarken boğazında hafif bir ağrı hissetti. Halbuki mal kaliteliydi, buna çok para saymıştı. Sinirle masaya uzanıp Sophie'nin açtığı paketten bir tane bira kaptı. Boğazındaki ağrıyı ve kuruluğu gidermek için birayı diklediğinde yarısını bitirmişti. Şişeyi sehpaya koyup koltuğa yayıldı ve ağrımaya başlayan başıyla sarhoşluk yolunda ilerlediğini anlıyarak tek koluyla gözlerini kapattı. Bu sırada Michella ve Thomas sinirle birbirlerine girmişlerdi.

    "Kes sesini lanet olası!"diye bağırdı Michella. Thomas oda da dört dönüyordu.

    "Doğrular ağırına gitti değil mi? Kabullen artık. Sen karaktersiz f....nin tekisin!"dedi thomas sinirle duvara yumruk atarak. Michella'nın tepesi atmıştı.

    "Sen kendini ne zannediyorsun pislik herif?"diye ona doğru yürüdü. Thomas önünde durup gözlerinin içine baktı.

    "En azından senin gibi zengin züppelerinin kucağında dolaşmıyorum."diye tısladı. Michella ona ağır bir tokat attı.

    "Sen adam olmazsın."dedi sinirle.

    "Çocuklar!"Sophie'nin endişeli ve korku dolu sesi onları kendine getirmişti. Michella, Thomas, George ve Walter ne olduğunu anlamak için ona döndüler. Sophie korkuyla onlara bakıyordu. Daha sonra Michella onun koltukta, Jesse'nin yanında oturduğunu gördü. Sophie'nin bir eli Jesse'nin bileğindeydi. Diğeri ise titrek bir şekilde koltuğun koluna yapışmıştı. Michella ilk çözülen oldu ve hızla Sophie'nin yanında diz çöktü.

    "Ne oldu?!"diye sordu sert bir şekilde.

    "B-Bilmiyorum.İyi gibi görünmüyordu, sonra-" hıçkırıkları konuşmasını engellerken Michella Jesse'nin bileğini onun ellerinden kurtarıp nabzına baktı.

    "Nabzı zayıf."dedi telaşla. George hızla yanlarına geldi. Jesse'nin yüzüne düşen saçları yavaşça geriye itti. Kız kendinden geçmişti. Ne duyuyor, ne de hissediyordu.

    "bir şeyler yapın."dedi Walter sinirle. Sophie onun yanına gidip kollarının altına sığınırken gözyaşları bi nehir gibi iki yanağından aşağıya akıyordu. Michella ellerini saçlarına daldırıp ne yapabileceğini düşündü. Hızlı ol, diye bağırdı içinden kendisine. En sonunda kararını verdi. Alkolden olduğunu düşündüğü için George'a Jesse'yi banyoya taşımasını söyledi. George Jesse'yi kollarına alıp hızlıca banyoya koştu. Diğerleri öylece ayakta dikilirken Michella'da arkasından gitti. Sonra durup Sophie'ye baktı.

    "Yardımına ihtiyacım var." Sophie başını sağa sola sallayıp ağlamaya devam etti.

    "Lanet olsun sana!"dedi Michella ve Walter'ın arkasından bağırışlarını umursamadan kapıyı çarptı. George ile Jesse'nin kıyafetlerini iç çamaşırlarına kadar çıkartıp küvete doldurdukları soğuk suyun içine yatırdılar. Jesse'nin bedeni hafifçe titrerken George korku dolu gözlerini Michella'ya çevirdi. Ama Michella gözlerini Jesse'den ayırmıyordu. İfadesinde oldukça başarılı bir poker yüzü vardı. Sonunda kol saatine bakıp George'a baş işareti yaptı ve ikisi genç kızı küvetten zar zor çıkarıp fayans zemine yatırdılar. Michella kapının arkasından rengi sarıya dönmek üzere olan havluyu eline aldı ve genç kızın buz gibi olmuş bedenini sulardan arındırmaya başladı. Saçları tel tel zemine yayılmış, tek kolu başının üstünde öylece uzanırken gerçek dışı görünüyordu.Bir ölü gibi, diye düşündü George. Bu düşünce onu titretti. Michella George'u takmadan Jesse'nin ikinci el dükkanından aldığı kareli gömleği ona giydirmeye çalışıyordu. İronik değil mi? Az önce gömleğinin üst düğmelerini açarak bardakilere kur yapan kız şimdi zeminde öylece yatıyordu. Michella gömleği giydirmeyi başardıktan sonra kısacık kot eteğe uzandı. George telaşla sağa sola gidip geliyor, ne yapabileceklerini düşünüyordu.

    "İyileşecek mi?"diye sordu korkuyla. Michella bir şey demedi. Eteğin fermuarını çektikten sonra topuklu ayakkabıları önemsemeden George ile birlikte genç kızı salondaki ikili kanepeye taşıdılar. Az önce içki içtiği yerde şimdi öylece uzanıyordu. Kes şunu!, dedi George kendi kendine. Bu tür karşılaştırmalar onun sinirini iyice bozuyordu. Elleriyle yüzünü ovaladıktan sonra Michella'nın ne yaptığına baktı. Kızın elinde nerdeyse boşalmış naylon poşeti görünce nefesi kesildi.

    "Alkolden değil, uyuşturucudan."dedi Michella paketi sehpaya fırlatarak.

    "Lanet olsun."diye fısıldadı Thomas. Michella ona boş gözlerle baktı.

    "Anladın mı şimdi bu lanet hayattan neden kurtulmak istediğimi?Çünkü bırakmazsak hepimizin sonu bu olacak!"diye haykırdı Michella. Thomas cevap vermedi. Sadece korku dolu gözlerle çevresine bakındı. Michella derin bir nefes aldı.

    "Onu doktora götürmeliyiz."

    "Saçmalama!"diye haykırdı Walter."Başımız derde girer."

    "Acilin kapısına bırakırız."dedi Sophie. Michella midesinin bulandığını hissetti. Bir çöp gibi onu kapıya mı fırlatacaklardı yani?

    "Pekala."dedi Thomas ve eski püskü arabasının anahtarını aldı. George ile Walter Jesse'yi arabaya taşırken Thomas sürücü koltuğuna yerleşmişti bile. Michella etrafta birilerinin olup olmadığını kontrol ediyordu. Sophie arabay bindikten sonra George Jesse'yi ona doğru uzattı. Sophie Jesse'yi koltuk altlarından tutup kucağına çektikten sonra George arabaya binip Jesse'yi yana geçirdi. Walter'da yanına oturdu. Michella ön tarafa geçip Thomas'ın yanına kuruldu. Thomas gazı kökleyince on dakikalık mesafeyi beş dakikada kat ettiler. Thomas hastahanenin çevresinde bir tur atıpacilin önünde durdu. Karanlıkta farları da kapatınca belli olmayan arabanın içinde bir sessizlik hakimdi.

    "Hadi ama!"dedi Thomas sonunda direksiyona vurarak.

    "Lanet olsun yapamayacağım."dedi Walter sinirle.

    "Sanırım kusacağım."dedi George rengi çekilmiş bir şekilde baygı Jesse'ye bakarak.

    "Yapın şunu."diye tısladı Michella. Kolunu cama koyarak başını eline dayadı. Walter kapıyı açıp sessizce ağaçların arasına doğru süzüldü. George Jesse'nin bedenini sırtüstü yatırınca Walter bacaklarını kavradı. Walter genç kızı koltuk altlarından tutup ileri doğru ittirince Walter'da yavaş yavaş geriye doğru gitti. Ancak arkasındaki ağacı görmeyince Jesse yere, Walter'da üstüne kapandı. Bir cesetmişçesine korkuyla haykırmak üzereyken George ağzını kapadı. İkisi tekrar Jesse'yi kaldırdıklarında Walter tir tir titriyordu. Acil'in önünde bekleyen insanlar olduğunu görünce Walter ceketinin yakalarını dikleştirip yüzünü kapattı. İkiside acilin duvarlarla çevrili kapısına kadar kimseye görünmeden ilerlediler. Işığın vurduğu tabelanın önüne Jesse'ti bıraktıktan sonra hızla arabaya koştular.

    "Gazla hemen!"dedi Walter. Sophie araba uzaklaşırken camdan baktığında iki hemşirenin Jesse'nin çevresini sardığını gördü.




    5 Yıl Sonra...


    Michella okulunu bitirmiş kısa bir yüksek lisans çalışmasından sonra ülkeye tekrar dönmüştü. İlk başta hastahanedeki annesini ziyaret etmişti. İkinci mekan zaten belli. Direkt olarak şehrin dış kısmında kalan ve terk edilmiş gibi duran mezarlığa gitti. Uzun arayışlar sonucu bir çok yabani otun sardğı ve mezar taşı bile olan terk edilmiş mezarı buldu. Bu mezarın Jesse'ye ait olduğunu anlamasının tek nedeni ilk gelişinde bıraktığı çiçeklerin solmuş ve tozlaşmış bir şekilde üstünde durmasıydı. Yanına çöküp öylece mezarı izledi. Buraya geldiğinde bir çiçek bırakacak kadar zamanı vardı. Hastalıklı düşünceler beynini sararken kendine lanet etti. Böyle mi özür diliyordu? Solmuş bir çiçekle. Michella ellerini yüzüne bastırıp bu kabustan uyanmak istedi. Jesse harika bir insan, bir azize olmayabilirdi ancak böyle bir ölümü haketmemişti. Çevresindeki herkes onu terk etmişken acil kapısında ex olması...Michella başını sağa sola salladı. Tarif edilemeyecek bi acı...Sinirle ayağını yere vurdu ve geriye doğru düştü. Elleri toprağa bulanırken hiç bir şeyi umursamıyordu.Jesse yaşayabilirdi. Sadece kendilerini umursayan beş aptal olmasalardı Jesse şu anda belki de kendine yeni bir hayat kurmuş olacaktı. Belki de doğru yolu bulup o pislikten arınacak ve evlenip yuvasını kuracaktı. Tabii bunlar artık imkansızdı. O sonsuza dek 20 yaşında kalacak genç bir kızdan başka bir şey değildi. Michella yaşlanacak, o aynı kalacaktı. Hızlı yaşa genç öl derler. Bunu kastetmediklerine emindi Michella. Çünkü bu tamamen rezil bir durumdu. Jesse hep diğer gençlerden farklı olmuştu. Topluma daima uzaktı. Ve sanki onlar bunu Jesse öldükten sonra bile ona unutturmamak için bu dışta kalmış, terk edilmiş yıkık dökük mezarı vermişlerdi ona. Acı, çok acı...



    Sophie elindeki kırmızı güllere baktı. Jesse gül sever miydi? Beş yılını onla geçirmesine rağmen bunu bilmediğini farkederek içi yandı. Cidden Jesse'yi hiç tanımıyordu. Ve artık gül sevip sevmediğini öğrenmek için hiç bir şansı kalmamıştı. Sophie küçük tepeyi tırmanıp mezar taşlarına göz gezdirirken tanıdık siyah saçları gördü. Boş bir toprak yığınının yanına çökmüş öylece oturuyordu. Küçük adımlar atarak olacaklardan kaçmaya çalışır gibi ona yaklaştı sophie.

    "Hey, Michella."diye fısıldadı. Kız başını kaldırdığında kızarmış gözleri dikkat çekti. Sophie gözlerini yumup onun yanına bıraktı kendini. İkisi de uzun süre konuşmadılar. Söylecek bir şeyleri yoktu belki, belki de Jesse'nin önünde utanıyorlardı konuşmaya. Kim bilir. Sophie ellerini önünde birleştirip bir dua göndermek istedi Tanrı'ya. Ama sonra yüzü kızardı, utandı. Tanrı sormaz mıydı ona, dua edeceğine niye kurtarmadın kızı diye... Başını öne eğdi Sophie. Bunu cevaplamaya gücü yetmezdi. Öyle ağır bir soruydu ki bu, canı yanmıştı. Cevabını bilmemeyi diledi, yüreği kaldırmazdı bunları...



    Thomas az sonra yapacağı şey için kendine lanet etti. O asla inançlı birisi olmamıştı. Tanrı'yı insanların yarattığına ve kendilerini mutlu etmek, kötülüklere karşı bir varlığa sığınmak için kendilerini kandırdıklarına inanırdı. Şimdi asla adım atmayı planlamadığı mezarlığa süzüldü bir ruh gibi. Hoş, ruha inanıyor mu o bile belli değildi ya. Yavaş adımlarla taş basamakları çıkaran tepenin ucuna geldi. Daha önce hiç mezarlığa gelmediği için Jesse'nin nerde yattığını bilmiyordu. Önce sağ taraftaki taşlara bakındı. Daha sonra tepenin ucuna geldiğini farkedip geri döndü. En tepeye çıktığında siyah ve sarının ağlaştığını gördü. Birbirine zıt iki rengi yan yana getiren şeyi elbette biliyordu. Jesse'nin mezarı...İçinin daraldığını hissederek onların yanına çöktü. Söyleyecek ne bir söz ne de edeceği bir dua vardı. Öylece oturup mezarı izledi. O enerjik neşeli kız bu toprağın altında beş sene kıpırtısız mı yatmıştı? Thomas buna inanmadı, inanmak istemedi.



    Walter Sophie ile ayrıldıktan sonra sırt çevirdiği zengin ailesinin yanına koşmuştu. Her şey onu boğuyordu. Yurtdışına çıkıp beş yıl boyunca para içinde yüzen yapay bir hayat yaşadı. Ancak bir sabah uyanıp vicdanının haykırmalarına daha fazla karşı çıkamayacağını anladı ve kaptığı ilk uçak bileti ile doğup büyüdüğü yere geri döndü. Uçaktan iner inmez ilk uğrayacağı mekana gitti. Mezarlık. Eline bir demet papatya aldı ve tepeye doğru yürüdü. Ayakları geriye doğru gitmek istiyor, vicdanı çığlıklar atıyordu. Walter içindeki her şeyi susturup tepeye tırmandı. Yapılacak pek bir şey yoktu. Elinden gelen sadece buydu. O gece Jesse'yi oraya bırakıp arkasını döndükten sonra günlerce kabuslar görmüş ve akıl hastahanesine yatmayı bile düşünmüştü. Daha sonra kendini içki ve kadınlara vererek hayatını düzeltmeye çalıştı. Daha çok battığını bile bile...Tepeye vardığında on dakikalık bir arayıştan sonra üç arkadaşını gördü. Eski arkadaşları. Walter buruk bir şekilde gülümsedi. Vicdanı bu yüzden onu getirmişti. Eski günler adına...



    George mezarlığa çok önceden gelmişti. Tepedeki meşe ağacının kalın dallarından birine oturmuş onları izliyordu. Hepsi bir aradayken George oraya gitmek istemiyordu. Hayatı düzelmişti, içkiyi bırakmış, uyuşturucuya elini bile sürmemişti. Şimdi geçmişle yüzleşirse her şey mahvolacaktı. Bunu korkusuyla yarım saattir onları bu dalın üstünden izliyordu. Ancak yüreğinde derin bir acı, her dakika artan bir özlem vardı. Bu yüzden yavaşça ağaçtan inip onların yanına doğru yürüdü. Thomas'ın yanına otururken hiç biri kıpırdamadı. Sanki hepsi burda toplanacaklarını önceden kararlaştırmıştı. Tanrı, diye düşündü George. Belki de Jesse. Bilmiyordu ama öğrenmek için hevesli değildi. Önemli olan burda, birlikte olmalarıydı. Tekrar eski günlerdeki gibi toplanmışlardı. Dışardan bakan biri onların beş arkadaş oturduklarını düşünürdü.Ancak yanılırlardı. Onlar altı arkadaşlardı, eski altı arkadaş. Şu anda da altı arkadaş birlikte oturup hüzünlerini paylaşıyorlardı. Birisi sessizce toprağın altında uzanıyor, birisi düzelen hayatına rağmen dik durmak için çabalıyor, birisi güçdüz olduğunu düşünüyor, birisi b..tan hayatına lanet ediyor, birisi her şeyin eskiye dönmesini ümit ediyor, birisi ise sadece anı yaşıyor... Yarınlar gelmeyecekmiş gibi, sonsuz dakikaları paylaşıyorlardı...



    Hayatta fondip gibiydi...Öyle bir an gelirki daha itiraflarınızı yapamadan ölüm sizi tek seferde içine çekerdi....
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 4:00 pm

    Bizimkisi Bir Deterjan Hikâyesi



    Kamuran o günde her zaman yaptığı gibi elinde leğen çamaşırları yıkarken televizyon seyrediyordu. Kocasının Ariel’in aldığı konuştuğunu şıp diye anlayan İskoç harikası televizyonuna “EMTİVİ” diye çığırıverdi.

    “Aramadığım yer kalmıyor Çamaşırları sıkana kadar
    Sanırım hep senin donlarını yıkayacak kalbim son kez atana kadar
    Yıkmadığım don kalmıyor sabahtan yatana kadar
    Belki sular kesilirde çamaşırları yıkayamam ikimiz çıplak kalırız”

    En sevdiği şarkının Kamuran versiyonuydu bu.Bir anda hayaller onu aldı Cleopatra olduğu mısır diyarına götürdü.Arielle birlikte piramitlerin doruk noktaların oturup pantolonlarının altlarının nasıl delindiğini hatırladı hülyalı bakışlar eşliğinde.Şarkı bittiğinde hala çamaşırları çivitli suya bandırıp mavi mavi desenler oluşmasını sağlıyordu.Bir anda aklına geldi.Geçen gün Çarşamba Pazarından aldığı leopar desenli entarileri giyinip kuşandı ve Arieli beklemeye başladı.

    9 Ay Sonra

    Kamuran hala oturduğu yerde çamaşır yıkıyordu. Bir yıl önceki o geceyi hala hatırlıyordu ve o gecenin meyvesi karnındaydı. Kamuran “Kabak” olmalı diye düşünde çünkü karnı artık Soner Sarıkabayı’nın tıraş ettiği kafası gibiydi.

    İşte sancılar o anda başladı.Kabak hareketlenmeye başlamıştı.Karnı gitgide büyüyordu.Karnında yarıkları oluşmaya başlamıştı.Kamuran’ın Bembeyaz saçmları sırılsıklamdı.Saçları doğuştan beyazdı ama vücudu zeytinlerden bile daha karaydı.

    Karnı açılırken bir yanden Kamuran şarkılar söylüyordu.Ailesinde gelenek olan doğurma türküsünü söylüyordu.

    “Yüksek yüksek ökçelerle kız doğurmasınlar
    Domuz gibi kocaya oğlan doğurmasınlar
    Hep kafanı hem göveni kestiler mi
    Alamazsın başını tahtalı köyden li l ili li l il il il il l i lil ili l”

    Bu yüksek çoşkulu türküyle iyice çoşan Kamuran aynı anda 4 tane çocuk doğurdu.
    Birinin adı,omo,diğeri,persil,diğeri,dedesinin adı olan fiko diğeri ise tursil oldu.Fiko doğduğu gün aşırı viski içmekten gözlerini dünyaya yumdu.

    Ariel çocukları görünce ufak çaplı kalp krizi geçirdi.Çünkü omo kızıl,persil ise kızıl ötesi bir çocuktu.Tursil ise tilkiyi andırıyordu; hatta bir tilkiydi o.Fikonun da öldüğünü görünce bir kalp kiriz de geçirip “Ali Rıza’nın Rekorunu kıramadan gittim ya bu dünyadan gözümü artık kimse kapatamaz”.

    Bunu duyan Kamuran çok üzüldü ve eline iğne iplik alıp Ariel’in gözlerini dikti.
    “Üzülme sen dalyan kocam.Ben kendine yeni koca bulurum.Hem ali rızanın rekorunuda kırar”dedi ve ağlamaya başladı.Göz damlaları Ariel’in üstüne düştükçe erimeye başladı.

    “En azından öldükten sonra bir işe yaradı yerler temizlendi” diye bir uzun hava yaktı Kamuran.


    OMO’NUN HAYATI


    Doğduğunun ertesi gün okula gidince herkes onunla dalga geçmeye başlamıştı.Barbaros diye.Barbaros’un ne demek olduğunu da bilmiyordu aslında ama kızıyordu işte.Herhalde mankendi.Yoksa onu benzetecekleri şey ne olabilirdi ki.Bu soru ölene aklında kalacaktı hatta son nefesinde Barbaros diyebileceği kimin aklına gelebilirdiki.

    Omo yine her zaman ki gibi teneffüs olunca bahçeye çıkmıştı.Birden bire susadı.Hayatında ilk kez su içecekti.Annesi onu tembihlemişti asla su içmemelisin diye su içersen erirsin demişti.O yinede içecekti göbeğimi eritirim ne var bunda diye düşündü ve kendi esprisine kendisi güldü.Çeşmedeki metal tasla su içtiği anda erimeye başladığını hissetti.Sanki köpürüyordu.Birdenbire yere yığılmaya başladı.

    Omo’nun yere yığıldığını gören Hüsran hemen koşmaya başladı.İki gündür kızı gözüne kestirmişti zaten.Hüsran Omo’nun üstündeki sular emerek onu erimekten son anda kurtardı.Bunu gören Omo bundan sonra sen benim sevgilimsin diyerek Hüsran’ın kollarına atıldı.

    PERSİL’İN HAYATI
    Persil annesi ile birlikte deterjan mankenliği seçmelerine gitmişti.Vücudundaki o mavi pullar parladıkça onu izleyen bütün kızların ağzı açık kalıyordu.Saçları ise batan güneş kızıldı.

    Seçmeler için reklam yönetmenin odasına girdiler.Yönetmen Persili sabır testine tutacağını bildirdi.Persil’i önce çamaşır makinesinin ana yıkama bölümüne koyup 90 derecede beyazlılar ile yıkamaya kattı.Persil annesinin aldığı naylon torbayı giydiği için ona bir şey olmadı.

    Daha sonra aynı başarıları bulaşık makinesi ve renki çamaşırlarda da gösterince yönetmen pes etti ve onu reklamlar için seçti.

    FİKO’NUN HAYATI

    Gözlerini açtığında kazulet gibi bir kadı ona bakıyordu annesi olmalıydı bu.Annem bu kadar çirkinse kesin bende çirkindirim diye bir anda canı çıkıverdi.

    Öbür tarafa gittiğinde ışıltılı elbiseli bir kadın karşıladı onu.Anladım sen kantocusun diye bir çığlık atıverdi Fiko.Kadın Hayır salak ben Kutsal Süm Ana’yım dedi ve ışıltılı bir kahkaha atıverdi.Seni haremime aldırttım dedi

    Kadının elini çırpmasıyla birden hareme gittiler.Dünyanın dört bir yanında esmer,beyaz,sarışın erkekler toplanmıştı burada.Kadın onu oraya bıraktı ve geldiği gibi yok oldu.Sorup soruşturmaya başladı neler olduğunu.Sonra anladı ki.Bu nyx denen kadın dünyanın dört bir tarafından ölüp gelen erkeklerden beğendiklerini alıp bir harem kurmuştu.Herkes Kutsal Süm Ana’ın gözdesi olması için çırpınıp duruyordu.Şu anki gözdenin kim olduğunu sorduğunda ise aldığı yanıt “Mahidevran Robert Pattinson Haseki” oldu.

    Fiko aynı mahalleden olduğunu öğrendiği Taylor(Lautner) ile birlikte kafa kafaya verdi.İkisinden biri Mahidevran’ın yerine geçip haseki olup bu koğuştan kurtulmalıydılar.Sonra anlaştılar ve kadın kılığına girip pazara gittiler.Kadın kılığına girdiler çünkü bu feminist Kutsal Süm Ana’ın fermanına göre kadınlar istediklerini yapabiliyorlardı.Pazara gitmek istediklerini söylediklerinde muhafızlar karşı çıkmadılar böylece.

    Pazardan en iyi donları aldılar.Calvin Klein giyen erkeklere bayıldığını öğrendikleri için her renk aldılar bu markadan.

    Akşam vakti gelince hormonları tavan Kutsal Süm Ana bugün farklı bir erkek seçmeye karar veriyor.Harem yolunu tutuyor peşinde başları dik nedimelerle.

    Harem’in Aşık al kaç çizgisine dizilen oğlanlar;heyecanlı bir bekleyiş içerisine girdiler. Kutsal Süm Ana herkesin önünden geçti elinde kocaman bir kaya parçası vardı.En sonunda Fiko’nun önünde durdu ve kaya parçasını kafasına atıverdi.Oracıkta bayılıverdi fiko

    Uyandığında yarım saat geçmişti.Başında Taylor duruyordu.Başına neden taş attığını sorduğunda bunun o gece yatağıma gel manasına geldiğine söyledi fikoya.Ayrıca mazoşist olduğunu bu yüzden ben sana kaya attım sen mega kaya at anlamına geldiğini de belirtmeyi unutmadı.

    Fiko yataktan kalktığında koşa koşa Azize Zoey Ana ırmağının kenarındaki Kutsal Süm Ana basenleri kadar büyük taşı aldı.Aziz Kalona Kilisesinin çalan çanlarıyla yatsı vaktinin geldiğini anladı ve hemen Nyx’in odasının yolunu tuttu.Tam o anda karşıdan Mahidevran Robert Pattinson Haseki’de geliyordu.Fikonun gittiği yeri anlayınca.”Erkeksin gel seninle teke tek maç yapalım.Kim kazanırsa o gitsin o odaya” dedi.Fiko mert bir şekilde hemen kabul etti.


    Fiko Mahidenvran Robert Pattinson’nin futbolda ayağına su dökemiyordu.Yenileceğini anlayınca cebine attığı Kutsal Süm Ana’ın basenlerinin büyüklüğündeki taşı Mahidevran Haseki’nin kafasın atıverdi.Aldığı darbeyle sendeleyen hasekinin yere düşmesi ile kalkması bir oldu.Ve fiko ile yumruk yumruğa kavga giriştiler.Yüzü gözü dağıldı Fiko’Nun ağzının olması gereken yerde gözleri vardı artık ağzı ise kulaklarına varmıştı.


    Koşa koşa odasına gitti fiko.



    Kutsal Süm Ana fiko gelmedi diye öyle bir gazaba gelmişti ki ön atıştırma olarak kalonayla bile birlikte olamamıştı.Hemen harem yolunu tutmaya başladı.Hızlı adımlarla bir yandan fikonun gözdelerin olduğu odasına giderken diğer erkeklere göz atmayı de kaçırmadı.


    Fikooooo.Diye bir çığlık koptu.Fiko ne yapacağını bilemiyordu.Hemen ayaklandı yüzüne ölü hayvan işkembesi bağlamıştı yaraları geçsin diye.

    Kutsal Süm Ana kapıyı açınca korktudan bir köşeye sinmişti.Neden gelmedin diye bağırdı Kutsal Süm Ana.Fiko ise yüzüm,yüzüm….yüzümü kuşlar kakaladı diyebildi sadece. Kutsal Süm Ana geldi ve başını kaldırdı fikonun yüzünü görünce yüzünden gülücükler açtı.Ben sert severim dedi.Yüzün böyle çok güzel olmuş tam benlik dedi ve onu koynundaki cebe alıp birlikte odasına gittiler.



    TURSİLİN HAYATI
    TUrsil bilgisayar işlerine çok meraklıydı.Bir gün bilgisayarı için tarayıcı almak için bilgisayar Tivorlu İsmail ağanın yanına gitti.Tivorlu İsmail elinde mikrofon karaoke makinesi ile şarkı söylüyordu.Hemen kapattı makineyi ve söylenerek tursilin yanına geldi

    -Ağam senden tarayıcı istiyorum en iyisiolsun

    -En iyisi mi emin misin sana pahalıya patlar

    -En iyisi ağam

    Ağa ona Mozilla Firefox vermişti.Arkasındanda salak diye söylendi 100 Tl ve verdiğin program internette bedeva.


    Tursil eve gidince programı kurdu ve baktı ki onun resmi var orada programın logosunda.Hemen avukata gidip benim resmimi izinsiz kullanmışlar diye dava açtı.Hakim tursili haklı buldu ve firma telif hakkını ödedi.Tursil dünyanın en zengin insanı olarak tarihe geçti.Adınıda Bill Gates olarak değiştirdi.


    OMO’NUN HAYATI


    Omo hüsranın kollarından çok mutluydu oradan çıkmak hiç istemiyordu.Hüsrana dedi ki ananla konuş seni istemeye gelicez.Hüsran konuştu ama anası izin vermedi.O yüzden hüsranı kaçırmaya karar verdi omo.


    Bir gün kendi saçları gibi kızıl bir çuvalı ile hüsranı kaçırmaya geldi.Odasına girdi hüsranın.Çuvala sokmaya çalıştı onu ama girmiyordu bir türlü.Çünkü hüsran hasrettin hiç durmadan yemiş ve bin kilo.O da hemen bir koşu gidip vinç aldı ve hüsranı kendi evlerine götürdü.Hüsranın anası hiçbir şey duymamıştı.Çünkü sessiz vinci iki dakikada icat edip onunla götürmüştü hüsrana.


    Ama artık eskisi gibi mutlu olamıyordu hüsranla.Çünkü bütün yemekleri o yiyordu.Omoya hiç yemek kalmıyordu.Kızın zayıflıktan kemikleri sayılıyordu.Ama yinede bırakmadı hüsranı.Nikah memuru çağırttı ve Dünyanın en şişman adamı ile zayıf kadını evlenmiş oldu.Rekorlar kitabına girdiler.Her yerde haberleri çıktı.Mehmet Ali Birand bile onları anlatıyordu hatta Papa bile onlar hakkında planlar yapmaya başlamıştı.Eğer onları kendi tarafına çekip misyoner yaparsa Kilise o eski günlerine dönebilirdi.Ve büyük büyük planlar yapmaya başladı.


    Onların aklını çelebilecek birini bulmalıydı içten ve zeki.Sonra iphone’unu eline aldı ve İspanyol Fernando’nun telefonunu çevirdi………

    PERSİL’İN HAYATI

    Persil bütün şan söhrete rağmen hala mutsuzdu.Yolda yürürken artık ünlü olan kardeşi omoyu televizyonda gördü.Çocukları olmuştu.Ama onun yeni haberi oluyordu.Çocuğun fotoğrafını gördü.Ne kadar da güzeldi.Aklından at bu düşünceyi diye kızdı kendine.Ama gönül ferman dinlemez o çocuğa vurulmuştu…………




    FİKO’NUN HAYATI
    Fikonun hayatı çok güzel gidiyordu fakat bir şeyin farkına varmıştı.O hayatı tadamadan ölmüştü güç kudret istiyordu.Ama burada Kutsal Süm Ana’ın yanında hiç sözü geçmiyordu.Erkeklerin konuşmasına bile izin yoktu.Ama bir şeyler yapmalıydı.Bu arada Mahidevran Robert Pattionson Kristen Steawert Cleopatra hazretleri ölünce hemen onun yanına gidip Kutsal Süm Ana’i bırakmıştı.


    Taylor ile plan yapmaya başladılar.Ve sonunda buldurlar.Fiko KSAist(Kutsal Süm Ana’ya İnananlar) olmalıydı.Eğer KSAist olursa onunla evlenirdi.

    Fiko hemen Yüksek Rahibe Neferetin yanına gitti.Neferet ona KSAist olması için üç saat kuluçkada bekler gibi tavuk yuvasında oturmalısın dedi.Üç saatin sonunda eğer yumurtalar çatlarsa ve içinden bir bebek çıkarsa nyxist olabilirdi.

    Fiko öyle yaptı.Üç saat kuluçkada bekledi ve ikinci saat dolmuşken altındaki yumurtalar çatladı hemde hepsi.Beşiz çocuğu olmuş oldu.Çocukları hemen nyxin yanına götürdüler. Kutsal Süm Ana onları emzirdi ve fikoya maden çocuğumuz oldu artık senle evlenmeliyim dedi hemen Nefereti çağırdı.Rahibe nikahı ile orada hemencecik evlendiler sonsuza kadar mutlu olacaklarını belli eden bir öpüceklede sevgilerini mühürlediler.Tabiisi başlarına gelecek olan felaketleri bilmiyorlardı……


    OMO’NUN HAYATI

    Haberi alan fernando hemen sahildeki bir kasabaya gitti.Oradaki fakir köylülere biraz para verdikten sonra yanındaki çocuğu onlara gösterdi.Bu çocuğu alın ona size vereceğim iksirden her gün ona üç defa içirin bodrum katına kapatın.Başka hiçbir şey yapmayın.Ne konuşun ne de yemek verin.


    Söylenileni yaptılar.Çocuk üç yıl boyunca öyle yaşadı.En sonunda Fernando geri döndü ve çocuğu aldı.Çocuğa adının Damien olduğunu söyledi.Barcelenolı bir Katalan olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi.Çocuk aldığı iksiler yüzünden adamın her dediğini gerçek sandı ve beyni yeni kişiliğini kabul etti.


    Çocuğu İstanbula götürdü ve aşkı olduğunu söylediği Omoyu ona gösterdi.omonun yayına gitti ve onu aşkını söyledi bin bir türlü güzel söz söyledi.Ve omoda ona tutulmaya başladı.Ama hemde kocasını da seviyordu ne yapacağını bilemedi.

    Bir sabah erkenden uyandı ve deniz kenarına gitti.Ayaklarına beton döküp kendini denize attı.Ve omo ölmüş oldu.Omo’nun arkasından annesi Kamuran ve kızı Neriman çok ağladı.Ama ölmüşe ne çare.

    Damien ve Hüsran üzülmediler çünkü onlar birbirlerine aşık olmuşlardı.Hayatları böylece akıp geçti.Akıllarına Hiç omo gelmedi.


    PERSİL’İN HAYATI
    Persil Neriman için yanıp tutuşuyordu.Ama yeğenini sevdiğini kendine yediremiyordu.Bu yüzden aşkını ilan edemiyordu aklına bir şey geldi madem reklam yıldızıydı kendince bir şeyler yapabilirdi o da.Bir film çekti aşkını nerimana açıklayan bir film.Sonra bunu vasiyetine ekledi.Ben ölünce bu filmi yeğenim nerimana verin diye.Ertesi günde Kardeşi Omo gibi denize attı kendini.Nerimana film gitti böylece.Her şeyi öğrenince ve dayısının onun yüzünden intihar ettiğini anlayınca.O da kendini denize attı.

    FİKO’NUN HAYATI

    Mahidevran Robert Pattionson Haseki’nin Kutsal Süm Ana ile kızı vardı.Ve Kutsal Süm Ana ölünce tahta o çıkacaktı.Fikonun acilen kız çocuğu olmalıydı.Yumurtadan çıkan bütün çocuklar erkekti.Ama sonra aklına bir şey geldi.Eğer kız ölürse tahta oğlan geçmek zorunda kalacaktı.

    Tanrıça yardımcılığına yükselen Neferet ile işbirliği yapıp Hasekinin kızı Muradiyeyi zehirledi ve tahta kendi oğlu Jack’i veliaht yaptı.İçi yaptıkları yüzünden büyük bir vicdan azabıyla doluydu.Dayanamadı yaşayan kardeşleri gibi kenini denize attı.

    Fikonun ölümüne dayanmayan Kutsal Süm Ana de kenini denize attı.Fırsat bilen neferet fikonun çocuklarını öldürtüp tahta kendisi geçti ve artık kainatın yönetici o oldu.


    KAMURAN’In HAYATI

    Kamuran bütün bu olaylar karşısında hiç durmadan kalp krizi geçiriyordu.Ve en çok kalp krizi geçiren kişi ünvanının ali rıza beyden aldı.En son kalp krizi ise de ondan canını aldı.



    BİR AİLENİN YAPRAKLARI BÖYLECEK DÖKÜLÜVERMİŞ OLDU
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 4:03 pm

    TESADÜFLER


    Sandra Wildstone her zamanki asil ve hızlı yürüyüşüyle sinirli sinirli koridorda ilerliyordu.
    “ Kes sesini Leonard!” arkasını dönüp işaret parmağıyla Leo’nun göğsüne vurmaya başladı. “Sana söylüyorum, o bizim için geldi! Yıllardır onu bekledim. Şimdi, geldi ve onu kullanacağım! Kimse, hiç kimse, sen bile bana engel olamazsın!” Sustuğunda nefes nefese kalmıştı, etrafına baktı. Koridordaki herkes susmuş, ona bakıyordu. “Ah” dedi. “Okulda olduğumu unutmuşum.” Hızla döndüğünde yere kadar gelen deri montu havalanıp onu korkunç bir kız haline getirdi. Her zaman öyleydi. Deri bir tayt, deri ve uzun bir mont, deri parmaksız eldivenler, deri uzun çizmeler… Bembeyaz bir ten, belinin altına kadar gelen koyu kestane saçlar ve aynı saçının renginde gözler… O gözlerin etrafında siyah bir far… Ne çok şişman ne de çok zayıf bir beden. Her şeyiyle mükemmel bir kız. Sandra Wildstone mükemmel ve tehlikeli, zafer arayan bir sihirbaz. Leonard Wildstone ise kız kardeşinin aksine sakin ve merhametli bir genç. Kısa saçları, mükemmel gözleri ve ten rengiyle kardeşinin bir kopyası adeta. Sandra gibi deri giyinmesini seven, en az onun kadar iyi bir sihirbaz. Bu iki kardeş zafer istiyor…

    Sandra kahvesinden bir yudum aldı. “Yeni bir sabah daha ha, Leo?”
    Leonard tezgâha yönelip kendine kahve hazırlamaya başladı.“Ah, saçma bir sabah daha. N’apıyorsun?”
    “Şu tılsımlar üzeride birkaç şey deniyorum ama başarıya ulaştığım söylenemez.”
    “O tılsımlarla tam olarak ne yapmak istiyorsun.”
    “Tam olarak bilmiyorum. Sadece deniyorum. Hedefim olmadan neler başarabileceğimi görmek istiyorum.”
    Leo iç çekti. “ Sandra bazen neden hala seninleyim diye düşünüyorum…”
    Sandra bir kahkaha attı. Ellerini havaya kaldırıp parmaklarını oynattı. Etrafa yayılan renk taneleri Leo’nun üzerine döküldü. “Sana bir sihir yapmış olabilirim mesela, tılsımını çalmış olabilirim…” Sandra derin bir iç çekişle birlikte masumlaştı. “Ah, Leo inan bana neden hiç ayrılamadığımızı ben bile bilmiyorum.”
    “Babamın işi olabilir mi?”
    “Sanmam…”
    “Babam demişken şu Greg denen çocuğa ne yapacağız.”
    “Greg?”
    “Greg Marlow.”
    Sandra ilgisini tılsımlardan ayırmadan konuşuyordu.“O da kim?”
    “Sana inanmıyorum Sandra! Greg Marlow senin kullanmak istediğin çocuk. Hani sınıfa yeni gelen öğrenci, hani sana gelip sende çok farklı bir çekim gücü var diyen çocuk!”
    “O mu? İsmine dikkat etmemişim. Onunla sen ilgilensen. Ben sadece ne yapmak istediğimizi ve planı anlatırım.”
    “Sandra bilmezlikten gelme. Adını çok iyi bildiğine eminim. Hatta şimdiye kadar onun hakkında araştırma yaptığına da eminim. Ama ya o değilse-”
    “Beni iyi tanıyorsun. Heeeeeeeeeey! Leo şuna bak!”
    “Bu, bu ne?”
    “Bu benim eserim. Şuna bak!”
    Sandra tılsıma hayranlıkla bakıyordu. Her ne yaptıysa tılsımda Greg’in resmi vardı. Artık emindi, Greg Marlow onun için buraya gelmişti.
    “Sana söyledim Leonard ben yanılmam. Bu tılsım ona ait.”
    “Bunu nasıl yaptın? Sakın bana oyun oynamaya kalkma.”
    “Bilmiyorum, onun hakkında konuşurken zihnimde onu canlandırdım. İşte sonuç…”
    “Saat kaç?”
    “Neden sordun?”
    “Saat kaç?”
    “Sabahın beşi.”
    “Tamam bekle. Bugün okula gitmesek daha iyi. Birazdan dönerim.”
    “Leo nereye gidiyorsun?” Merak içinde ayağa kalkarken elini alnına koydu ve sadece Leonard’ın arkasından baktı. Yaptığına pişman değildi.
    Leonard Greg’i Sandra’nın önüne fırlattı. “İşte burada, ne yapmak istiyorsan yap.”
    Sandra şaşkındı. Bu şaşkınlık için mutluydu ama bu Leonard’tan beklemediği bir şeydi. Düşüncelerini kafasından attığında sinsi bir gülümsemeyle Greg’e doğru gitti. “Merhaba Greg. Umarım seni bu saatte uyandırmakla rahatsız etmemişizdir.”
    “Rahatsızlık mı? Sen deli misin? Zaten uyumuyordum.”
    “Ben deli olduğumu düşünüyorum, ya sen benim hakkımda ne düşünüyorsun?”
    Leonard Greg’den önce davranarak söze girdi. “Sandra Greg uyumuyordu. Onu sihir yaparken yakaladım.”
    “Ne? Ne dedin sen Leo? Emin misin?”
    “Evet.” dedi düz bir ifadeyle.
    “Se- se- sen nasıl sihir yaparsın?” dedi Sandra.
    Greg ellerini saçlarında gezdiriyordu. “Heeey! Hadi ama abartmayın. Sadece deniyordum.”
    “Öyleyse neler yapabildiğini göster.”
    “Bu o kadar kolay değil anladınız mı? Size nasıl yaptığı mı öğretmek isteyeceksiniz. Ama bunu yapamam.”
    “Seni geri zekâlı şey” Sandra elini uzattı anda Greg havalanmaya başladı. Yerden bir metre yüksekteydi artık. “Gördün mü? Senden öğrenecek bir şeyim yok benim.”
    Greg gülüyordu. Sandra gerçekten sinirlenmeye başlamıştı. Leonard ise sessizce olanları izliyordu.
    “Yapabileceklerin bu kadar mı?” dedi Greg.
    “Merak mı ediyorsun? İzle ve gör o zaman.” Sandra kollarını iki yana açtı ve başını yere eğdi. Odanın içini bir fırtına kapladı. Sandra ve Leonard kıpırdamıyordu ama Greg havada olduğu için sürekli duvarlara çarpıyordu. Sandra kollarını kapatıp, başını kaldırdığında Greg yere düştü. Sersemlemiş görüntüsüyle ayağa kalkmaya çalıştı.
    “Bak Greg” diye söze başladı Sandra. “Eğer benden bir şeyler öğrenmek istiyorsan bunun bir bedeli var. Bu bedel bazı insanlar için muhteşem bir şey. Ama bazı insanların kaldıramayacağı bir yük. Bu yük sadakat istiyor. Unutma bu teklifimi kabul edersen bana ihanet etme gibi bir seçeneğin yok. İnan bana gözümü kırpmadan öldürürüm seni. Eğer kabul etmezsen hafızanı boşaltırım.”
    “Uuuuuuuuuu, çok korktum.”
    “Dalga geçmiyorum.”
    “Tamam, peki. Öyleyse kabul ediyorum. Bana her şeyi öğret.”
    “Pekâlâ.” dedi Sandra. Ciddi duruşuyla Greg’e yaklaştı. “Ciddi ol ve söylediğim her şeyi zihnine kazı.”
    “Tamam. Bana güvenebilirsin.”
    “Leonard, ona hikâyeyi anlat.”
    “Greg” dedi Leonard. “ Sana anlatacağım her şey geçmişte yaşanmış olaylar. Dikkatle dinle ve ne için savaşacağını unutma.”
    “Tamam, tamam. Haydi başla.”
    “Babam evrendeki tüm sihirbazları yöneten kişiydi. Tabiî ki düşmanları vardı. Ama düşmanlar kendilerini belli etmediler. Bir gece büyük bir kargaşa çıktı. Çok büyük bir savaş. Hedefimiz yaşamak değil, babamı yaşatmaktı. Fakat bunu yaparken çok büyük bir büyüye karşılık veremedik. O gece ömrümüz çalındı.”
    “Ne? Nasıl oldu?”
    “Hayatımızın geri kalan kısmını çaldılar. Bu büyüyle artık yaşlanmıyoruz. Her şey bitene kadar yaşamak zorundayız.”
    “İyi de bunun neresi kötü?”
    “Yüzyıllardır yaşıyoruz. Aynı yaşta. Hiç büyümeden. Biz yaşayabiliriz ama babam yaşayamaz. O kendine bir büyü yaptı. Çok ama çok gizli bir yerde saklanıyor. Nerede olduğunu biz bile bilmiyoruz. Onu gören insanlarla karşılaştık. Onu nasıl bulduklarını bilmiyorlar. Nerede yaşadığını da tam olarak anlatamıyorlar. Yani hepsi bir büyünün etkisi altında. Babam her yıl bizimle konuşuyor. Her yıl doğum günümüzde rüyalarımıza giriyor. Her neyse babamı boş ver. Gelelim senin yapacağın işe. Sihirbazların yarattığı bir orman var. İşte o ormanın içinde çok başka bir dünya var. Bizim orada yaşamamız gerekiyor. Tüm sihirbazların orada yaşaması gerekiyor. Fakat bizim oraya girmemiz yasak. Bir kalkan bizi engelliyor. Ama senin oraya girmen için hiçbir engel yok. Bir mağara var. O mağarada bizim tılsımlarımız var. İşte bütün mesele o tılsımlar. O tılsımlardaki sihri boz. Ama bunu nasıl yapacağını bilmiyoruz.”
    “Bunu bende bilmiyorum.”
    Sandra umutla Greg’in yanına gitti. “Bizi sen buldun Greg! Bu bir tesadüf değil. Güçlerinin farkına var.”
    “İyi de nasıl sihir yapacağımı bile bilmiyorum.”
    “Her şey beyninde bitiyor. Beynin her şeyi yapabilecek kapasitede ve senin bedenin sihirbazlığa çok yatkın.”
    “Bunu nereden biliyorsun.”
    “Hissedebiliyorum.”


    “Tamam Greg. İşte kalkan. Ellerinle dokunabilirsin.”
    Grek ellerini uzattı ve kalkanın dalgalandığını hissetti.
    “Şimdi kolunun tamamını sok. Yavaş yavaş bedenini sok. Kalkanın öbür tarafına geçtiğinde sesimizi duyamazsın. Beynini açık tut. Ruhlarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Mağarayı bulduğumda ruhunu geri vereceğim.”
    “Sandra eğer ruhum bedeninde kalırsa-”
    “Kalmayacak merak etme. Sadece beynini açık tut! Her şeyi ben yapacağım.”
    “Tamam.”
    Greg kalkanı geçtiğinde ellerini beynine götürdü ve gözlerini kapattı. Sandra Greg’in bedenine girdiğinde Greg de Sandra’nın bedenine girmişti. Sandra’nın kaybedecek vakti yoktu. Ormanın derinliklerine indiğinde mağaranın saklandığını anladı. Yapacak hiçbir şeyin olmaması onu kahrediyordu. Bedenini şeffaflaştırdı ve dağların içine girdi. Günlerce dağların için dolaştıktan sonra mağarayı buldu. Tılsımlara yaklaştı ve beynini açtı.

    Greg ne olduğunu anlamadan tılsımların önündeydi. Tılsımları tek tek eline aldı. Ne yapacağını bilmiyordu. İşte o anda mağara koruyucusu Greg’in karşısında belirdi. Yaşlı adam Greg’i süzüyordu. Greg’in ihtiyacı olan tek şey adrenalin değil miydi? İşte o anda Greg tılsımları kalbine götürdü ve onun bile bilmediği kelimeler ağzından çıktı.

    Sandra kalkanın hareketlerini gördüğünde hiç vakit kaybetmeden Leonard’dı da alarak kalkanı geçti. Tek yapması gereken Betsy Thunder’ı öldürmekti. İşte o zaman her şey son bulacaktı. Babasının hayatı Betsy’nin elindeydi. O ölürse babası serbest kalacaktı.
    “Leo, her şey için teşekkürler. Bunca yıl yanımda kaldığın için teşekkür ederim.”
    “Sandra iyi misin? Beyninin sulandığını düşünüyorum.”
    “Tılsımları aldıktan sonra veda etmeme zaman kalmayacak.”
    “Sandra hiçbir şey olmayacak.”
    “Betsy başka nasıl ölebilir ki?”
    “Sandra sakın bunu yapma.”
    “Yapmak zorundayım. Ah, birde eğer konuşacak vaktim olmazsa Greg’e teşekkürlerimi ilet. İyi bir yönetici olacağını biliyorum.”
    “Sandra lütfen, bana acı çektirmeye mi çalışıyorsun?”
    “Leo sen benim kardeşimsin. Sana acı çektirmiyorum. Sadece gerçekler…”
    “Gerçekleri duymak istemiyorum. O gerçeklere inanmakta istemiyorum.”
    “Aynı zamanda gerçekleri değiştiremiyorsun da…”

    Mağaraya girdiklerinde tılsımlar yerde duruyordu. Greg mağara koruyucusuyla bir sihir gösterisi içerisindeydi. Leonard Greg’in yanına giderek “Sen Sandra’yı takip et! Ölmesine izin verme!” dedi.
    “Ölmesine-”
    “Git!”


    Sandra dışarı çıktığında etraf karanlıktı. Karanlık ve kimsesiz sokaklar. Betsy’in görkemli evine doğru yöneldi. Evin karşına geldiğinde çatıya doğru uçtu. Şeffaflaşarak Betsy’nin odasına geldi. Betsy… Sandra’nın biricik annesi… Yanlış yolda yürüyen biricik annesi… Betsy uyuyordu. Sandra yatağa doğru yaklaştı ve annesinin saçlarını okşadı. Betsy gözlerini açtığında Sandra “ Üzgünüm anne, yaptıklarının bir bedeli olmalı” deyip elini Betsy’nin boğazına koydu ve annesini sihirle öldürdü. Artık özgürlerdi. Onlara ihanet eden kişi artık yaşamıyordu. Sandra annesini öldürmüştü. Sırtını duvara yasladı ve yavaşça yere oturdu. Bacaklarını kendine çekip kollarıyla bacaklarını sardı. Ağlıyordu. Hayatında ikinci defa ağlıyordu. İlk ağlayışı annesinin ihanetinde olmuştu. İkinci ağlayışı ise annesinin ölümünde oluyordu.

    Greg elini kapıya doğru uzattı ve mavi ışık dalgası kapıyı kırdı. Sandra duvara sinmişti. Ona doğru koştu. Yere oturdu ve Sandra’nın elini tuttu.
    “Biliyorum, ölüyorsun.”
    Sandra yaşlı gözlerle ona baktı ve kafasını salladı. “Kalbimin yavaşladığını hissediyorum. 4 dakikam var.”
    “Ölmeden önce sana söylemem gereken bir şey var.”
    “Dinliyorum.”
    “Sandra, bak… Ben sizi bulmadım. Sizinle karşılaşmamız tesadüf değildi.”
    “Ama-”
    “Ben, babanla karşılaştım. Aslında size karşı gösterdiğim tüm tavırlar yalandı. Sihir yapmasını çok iyi biliyorum. Baban… Nasıl söylesem… Baban benim babam. Biz kardeşiz. Ama annelerimiz farklı. Anneni öldürme görevi benimdi. Acele ettin…”
    “Pişman değilim, kardeşim.”
    “Yaşamalıydın.”
    “Fazlasıyla yaşadım.”
    “Ruhun çok değerli bir kayıp…”
    “Babam çok daha değerli. 1 dakikam kaldı.”
    “Ağlıyorsun.”
    “Annemi öldürdüm. Tabiî ki ağlayacağım. Bu arada Leo’ya ve babama sevgilerimi ilet.” Parmağındaki yüzüğü çıkardı ve Greg’in avucuna verdi. “Bunu Leo’ya ver. Ülkemi ve türümü iyi yönet. Babam sevgilerimi ilet…”
    “Başka bir şey yapmamı istiyor musun?”
    “Mezarıma gelin.”
    “Şiiiişt”
    “Ölüyorum. Elimi tut.”
    “Şimdi bende ağlıyorum. Görüyor musun?”
    Sandra sadece küçük bir tebessümden sonra gözlerini kapattı ve bir daha geri dönmemek üzere gitti…
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Çarş. Şub. 09, 2011 4:06 pm

    Kraliyet'in Çöküşü


    ‘Her Aşk Mutlu Bitmez..Unutmayın Genç Aşıklar,Her Aşk Ölümü Tadacak’

    “Sana mahkumum Eli sadece sana, senin bedenine mahkumum, senin kalbine, senin sevgine mahkumum!”

    "Hey Defne gerçekten teşekkür ederim yardımın için sağol" dedim ona sarılırken elini boşver anlamında salladı "Sorun değil şeker,her neyse benden bu kadar şimdi kalkmalıyım evin gerisini sen hallet Cem'i daha fazla bekletirsem canımı okur" dedi bende gülerek onu kapıya doğru yolculadım.Evet işte yeni bir hayata merhaba diyorum bugün.İngilterede yaşanan onca olaydan sonra Türkiye'ye taşındım.Şuanda ailemden kalan büyük bir mirasla kendime boğazda yalı buldum.Gerçeği söylemek gerekirse elli milyon doları gözden çıkarmak zorunda kaldım ama bu kadar ucuza bulduğuma şüretmeliyim.Bu evler tarihi eser gibi oldukları için on milyon dolarla yüz elli milyon dolar arasında buluyor ve ben bu evi ucuz bulduğum için çok mutluyum.Bazıları için bu para çok fazla olsada altında yatan yer o paranın değerini yok ediyor çünkü bu yalının balkonuna çıktığın ve yada pencereden aşşağıya baktığın zaman sanki denizi altında hissediyorsun.Sen denizin üstündesin ve denizde senin altında muhteşem bir duygu veriyor insana.Kendi kendime aptal gibi sırıtarak kırmızı koltuğumun üzerinde duran koliye doğru yürüdüm.İçindeki İngiltereden kalan son bir kaç parça eşya ve birde defter vardı.Merak edip elime aldım.Ah tabii nasıl unutabilirim ki o intikam sırasında her şeyini harfi harfine bu günlüğe yazmıştım çünkü o sırada yalnızlığımı tek bu defter gideriyordu.Kırmızı koltuğa oturdum ve günlüğü açıp okumaya başlamadan önce yaşadıklarımı bir düşündüm.Her şey bir yıl önce olup bitmişti. Evet savaşı ben kısmen kazanmıştım.Kraliyet'in bir kısmını yok ettiğim gibi kendi ailemide yok etmiştim.Babamı,annemi ve doğmak üzere olan kardeşimi ise lanet olasıca Kraliyet yok etmişti.Sadece ben ablamı ve büyükannemi öldürmüştüm -tamam yani ben gerçekten öldürmedim onları ama onları savaşa ben sokmasaydım şuanda onlar ölmüş değil yaşıyor olacakkardı-.Ah ve birde kendimi.Tamam yani gerçekten ölmemiş ve hayatta kalıp kalbimin atmasını sağlayabilmiştim ancak..yanımda annem,babam,büyükannem,ablam ve doğmak üzere olan kardeşim olsaydı belki gerçekten şu anda bu durumda olamaya bilirdim.Annemin ve babamın Kraliyet tarafından öldürülüşü gözümü kör etmişti. Düşünemez, duyamaz, göremez olmuştum sanki bir kukla gibi beynimdeki şeyleri yerine getiriyordum. Sanki beynim bir cadı tarafından kullanılıyordu. Tabi ben ilk haftalarda aptal ve saf olduğum için olayı anlamamıştım.Derin bir nefes alıp günlüğümün rastgele bir sayfasını açıp okumaya başladım..

    "Bir sabah uyandığımda evde kimse yoktu -en azından ben öyle sanıyordum-büyükanneme seslenmiştim ama cevap yoktu. Ablamı merak ettiğim için onun odasına gittim -evin çatı katına yakın olan bir odasını kullanıyordu-. Ablam odada yoktu sanırım dışarıdaydı. O sırada bir hıçkırık sesi duyulmuştu sesi takip edip çatı katına çıktım. Kapıyı yavaşça aralayınca büyükannemin büyük sandık gibi bir şeyin içine doğru baktığını gördüm. Ağlıyordu beni fark etmemişti bile kendi kendine bir şeyler söyleniyor ve ileri geri oynuyordu. İlk olarak fısıltı gibi söylediği için duyamamıştım ama sonra duyuyordum. "Böyle olmamalıydı. Keşke kızımın ve oğlumun öcünü alabilseydim ama nereden bilebilirdim ki onları öldürenin Kraliyet ailesinin olduğunu. Keşke onların intikamını alabilecek biri olsa keşke" diyordu. Elimi ağzıma götürüp çığlık atmamak için zor tutmuştum kendimi. Bırakabilirdim ama öyle yapmadım merdivenlerden inerken ayağım kaydığı için yere düşmüş ve kafamı yere çarpmıştım işte o günün akşamı Marius ile tanışmıştım.Aslında Marius'unda hayatı benim gibiydi yani biliyorum anlamak zor ve karmaşık ancak yaşdıklarımız aynıydı,oda benim gibi yarı Türk yarı İngiliz.Aslında ailemde tamamiyle Türk olan bir tek ablam var -tamam gerçekten aramızda kan bağı yok onu annemler evlatlık almış ama yinede ablam çünkü aynı soy adı tanışıyoruz her ne kadar aramızda kan bağı olmasada-Ah birde prenses Cassandra ve prens Warren var.Sözde Kraliyet ailesinin en gözde iki çocuğu -laf aramızda kalsın bu hafta içinde Kraliyet diye bir şey kalmayacak- ve şimdi aradan bir 5 ay geçti.Artık ailemin durumu hakkında ki bütün bilgileri, bütün donanımları öğrenmiştim. Marius sağolsun 5 ay boyunca çok yardımcı oldu. Her bilgiyi ayrıntısı ayrıntısına anlattı. Babasının sayesinde krallığın iç kısımları hakkında bütün her şeyi öğretti. Hangi odalardan muhafızların çıkacağını, hangi odalardan kolaylıkla geçebileceğimi ve ne kadar sürede kralın odasına ulaşacağımı biliyordum.İlk başta göze zor gelmişti ama bunun üstesinden geleceğimi biliyordum. Bu yüzden her şeyi düşündüm tarttım ve planlarımı uygulamaya geçirmeye başlama vaktinin geldiğini onayladım. Marius her gün yanımdaydı. Benimle birlikte herşeyi konuşuyordu. Ve biz tam 5 aydır sevgiliydik. Aslında bir nevi onunla yardım amaçlı samimi olmuştum fakat ben ona gün geçtikçe aşık olmuştum.Ve bu kısa sürede benimle Marius'un arası Warren ve Cassandra'yla çok sıkı olmuştu.Sürekli bir şeyler yapıp bolca zaman geçiriyorduk.Bazen Marius'a Soğuk davrandığım oluyordu ama bununda her zaman gerekçeleri oluyordu.Soğuk davranmamın sebebini söylediğimde ise susuyordu bir kaç dakika gözlerimin içine bakıp sonra kafasını ileri doğru çeviriyordu konuşmuyordu.Gözlerinde hüzün vardı o okyanus mavisi gözlerinde hüzün vardı tıpkı benim zümrüt yeşili gözlerimin içinde bulunan bir tutam göz yaşı gibi.Bazen düşünüyorum keşke diyorum keşke onunla bu olaydan önce tanışmış olsaydık keşke böyle bir olay olmasaydı ve ben şimdi onu sevip sadece onunla yarınımın nasıl olucağını düşünerek geçirmek istiyordum. Evlenip mutlu bir evliliğim olsun ve 2 tane birbirinden güzel çocuklarımız olsun istiyordum. Ama içimi kemiren bazı sorular oluyordu. Ya Marius benim planımı öğrenirse? Etraf kan gölüne dönecek ve ben o zaman kafamı arkaya atıp en vahşi kahkahımı patlatacağım..Sizi işe yaramaz Kraliyet ailesi herşeyin unutulduğunu sanıyorsunuz öyle mi? Bir yalanla insanları avuta bileceğinizi sanırım bu yüzden beni aranıza aldınız ya ailesini öldürdük burada kimsesiz ortada kalan kız çocuğunada biz bakalım dediniz değil mi?Ah, lanet olsun!Allah belamı versin ki sizin soyunuzu...ah lanet olsun!Tanrı belamı versin ki sizin soyunuzu kurutacağım ve yine Tanrı şahidim olsun ki Kraliyet ailesinin en pis işlerini gözler önüne serip sizin çöküşünüzü uzaktan izleyeceğim.Ah, diğer gün ise gazeterde şu başlık yer alacak 'Kraliyet'in Çöküşü' yazacak! Uzun bir ara geçmişti. Sabah saat 7.30 civarında uyandım. Evet bugün cumartesi günüydü ve Cassandra ile süper bir planımız vardı. Ben, Marius, Cassandra ve Warren bir yerlerde oturup sohbet edip gezip tozacağız. Aslında Warren'ın neden hala bizimle gezdiğini anlamıyorum.Var ya belkide kendini beğenmişlik olabilir ama Warren benim için bizimle takılıyor olabilir çünkü ne bileyim o kardeşini o kadar umursayan birine pek benzemiyor kardeşini korumalarlada gönderebilir yanımıza yani bir durup düşününce sizce benim düşüncem doğru değil mi?İçimden bir his bu çocuğun cin gözlü olduğunu planımı orata çıkaracağını söylüyor ama neyse ben şimdiden dikkatli olayımda sonra oltaya gelmeyelim değil mi?Aslında biliyor musun sevgili günlük Warren gerçekten garip bir tip yani yakışıklı karizmatik ve çekici ayrıca sekside -hemde yıldızlı bonusuda var(hi-hi)-Yani bazen keşke diyorum.Keşke onunla bu şartlar altında tanışmamış olsaydım.Ailesi keşke ailemi öldürmeseydi ve şu anda ikimiz sevgili olup mutlu olsaydık..Hey durun bir dakika yani yalnış anlamayın sadece keşke diyorum zaten ne demişler 'Keşkelerle başlar ya asıl hayat zaten!' diye bence doğru.Her neyse yine boş konuşmaya başladım değil mi sevgili günlük?Konuya dönmek gerekirse genellikle dördümüz bir ara olduğunda hiç konuşmuyoruz sadece dudaklarımız yerine gözlerimiz birbiriyle iletişime geçiyor ve bazen ara sıra bana gülümsüyor.İşte o zaman içimde bir fırtına kopuyor.Onun boynuna atlayıp herkesin içinde öpebilecek kadar istekle doluyorum, heyecanlanıyorum, kalbim yerinden çıkıcakmış gibi oluyor sonra Marius'la göz göze geliyorum ve hepsi bir anda yok oluyor.Ve bazen kendimi sürtük gibi hissediyorum, iki erkek arasında kalmış gibi her ikisini arzuluyor ve beraber olmak istiyorum..Bu sürtüklükten başka ne olabilir ki?Yataktan hemen kalkıp tuvalete girdim yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra dolabımın kapısını açtım üstüme dekolteli bir kırmızı badi, altıma kırmızılı siyahlı bir mini etek altına siyah bir converse ve üstüme de deri siyah bir ceket geçirmiştim.Aynaya baktım hım..fena halde güzeldim ve biraz makyajla sanırım mankenlerden farkım olmayacaktı.Saçımı taradıktan sonra kıyafetime göre tokalarla dağınık topuz yapıp kulağıma küpe taktım gözüme çektiğim siyah kalem sürdüğüm siyah far biraz fondaten ve kırmızı ruj sanırım süperdi erkekleri bayıltacak kokuda bulunan Smeel Good parfümünü alıp üstüme sıktım ah evet şimdi çok güzeldim -laf aramızda kalsın kendimi çok kötülüyorum değil mi?-.Kıyafetlerimi de giydikten sonra direk bizimkilerle buluşmaya gittim. Güzel dörtlü beklemesin değil mi?Planlar her gün kafamda uçuşuyordu fakat Warren'la ne zaman biraraya gelsem bütün planlar aklımdan uçuyordu. Beni ona çeken birşey vardı ama ne?! Düşünecek zamanım yoktu hemen buluşma yerimize gitmem gerekiyor. Tam kapıdan çıkmıştım ki karşımda Warren'ı buldum.Kapımın önünde Porche'yle beni bekliyordu. Tek başına beni almaya gelmişti inanılır gibi değil? Bunun sebebi ne olabilirdi? Yoksa planlarımı anladı da beni ortadan mı kaldırmak istiyor? Yok canım o kadar da olmaz!Sonuçta bu konuda çok titiz davranıyorum kimse ama kimse planlarımı çakamaz.

    " Selam Warren. Seni buraya hangi rüzgar attı?"

    "Seni alacak kimsenin olmayacağını bildiğim için ben almak istedim. Hem tam vaktinde mekanda olacağız."

    "Hmm... Peki o zaman. Cassandra ve Marius nerede peki?"

    "Cassandra hala sarayda, Marius'da çıkmak üzere olduğunu bildirdi."

    "Herkes yolda yani?"

    "Evet! Merak etme başbaşa bırakmaz onlar bizi." Ne?!Bu da ne demek oluyor şimdi? Warren ne demek istedi? Yoksa? Yoksa düşündüğüm şey mi? Ah! Hayır! Lütfen Warren'ın da aynı duyguları yaşadığını söylemeyin! Yüreğim bu kadarını kaldıramaz!

    "Buyurun matmazel!" Warren yolcu kapısını açmış beni bekliyordu. Son söylediği kafamı karıştırmıştı. Ne yapacaktım ben? Ya ona olan aşkım platonik değil de karşılıklıysa? Ya oda beni seviyorsa? Bu konuda emin değildim fakat eğer öyleyse onu nasıl öldürecektim? Nasıl kıyacaktım mavi gözlü prensime? Ah! Prensim! Neden başka bir ailenin oğlu değilsin? O zaman böyle olmazdı aşkımızı kusursuz yaşardık.Koltuğa oturdum ve o da şoför koltuğuna geçer geçmez harekete geçtik. Tam 240 ile gidiyorduk. Tanrım! Hız manyağı olmuştum. Hız tutkum olduğunu biliyor muydu acaba? Kesin Cassandra'dan öğrenmiştir. Uyanık!!! Sırf bunu bilerek Porche'la geldi kesin!!! O arabayı kullanırken arada ona doğru dönüp yüzüne bakıyordum. O kadar pürüzsüz bir teni vardı ki!!! Baktıkça bakasım geliyordu.Bir an da bana doğru dönünce neye uğradığımı şaşırdım ve yüzümü cama doğru çevirdim. Gülme sesi kulağıma geliyordu. Komiğine gitmişti anlaşılan. Bense utancımdan dudaklarımı ısırıyordum. Ne olurdu o bakmadan o kusursuz tenine baksam!Ah! Tanrım sen nasıl bir varlık yaratmışsın! Baktıkça bakasım geliyor adeta büyüleniyorum. Keşke bir an tenine dokunabilsem o pürüzsüz tenini hissedebilsem!

    "Eee! Matmazel! İnmeyi düşünmüyor musun?"

    "Ah! Pardon! Geldik mi?"

    "Geldik yalnız siz pek farkında değilsiniz anlaşılan. Bakın kapınızı açmış bekliyorum!"

    "Ah! Çok özür dilerim Warren! Yolculuk biraz sarstı sanırım."

    "Şaka yapıyor olmalısın! Hız tutkunu olduğunu bilmiyor muyum sanıyorsun?"

    "Ah! Bugün şok üstüne şok yaşayacağım anlaşılan."

    "Korkma güzelim bunlardan sonra ki şoklar güzel konularda olabilir." Bana güzelim mi dedi? Ben kesin rüya görüyorum.

    "Sen az önce güzelim mi dedin bana?"

    "Evet güzelim neden? Yoksa sana güzelim demek yasak mı?"

    "Dalga geçmeyi kes Warren!"

    "Tamam güzelim!"

    "İçeriye girmek gibi bir planımız var mı acaba Warren?"

    "Tabii ki! Önden buyurun matmazel!"

    "Teşekkür ederim beyefendi!"

    "Rica ederim güzelim." Ah! Tamam yeter! Bu çocuk beni bu sözle delirtmeyi planlıyor anlaşıldı. İçeriye girdiğimiz de ortam çok fenaydı. Resmen ibadethane gibi bir yerdi burası. Tam karşımda 6 köşeli Davut yıldızı duruyordu. Warren bizi nereye getirmişti böyle? Tanrım kafam allak bullak oldu! Biz buraya neden geldik anlayamadım! Ama bu olayı çözmem gerekiyordu.

    "Warren burada ne işimiz var öğrenebilir miyim?"

    "Ah! Güzelim burası bizim en gözde yerimiz.Bunu çok önceden sana söylememiz gerekiyordu. Burası bizim ailemizin yüz yıllar boyunca her zaman geldikleri yermiş. Genelde ibadet etmeye gelirlermiş fakat zamanla en önemli toplantılarını gerçekleştirdikleri yer olmuş."

    "Gerçekten mi?"

    "Evet! Biz de buraya bir nevi toplantı yapmaya geldik sonuçta."

    "Pekiyi o zaman. Marius ve Cassandra'yı göremiyorum neredeler?"

    "Müsadenle bir arama yapayım."

    "Tamam." Yanımdan epey uzaklaşmıştı. Warren neyin peşindesin? Ne planlıyorsun? Bugün birşeyler olacak ama neler? Umarım kötü şeyler olmaz. Warren bir anda yanıma geldi o kadar çekiciydi ki gözlerine baktığım an da büyülenmiş gibi oldum. Ah! Tanrım bana neler oluyor? Kendimi Warren'a doğru çekilirken buldum. Aramızda ki mesafe kapanmıştı nefeslerimiz burnumuza değiyordu.Dudakları bir soluk kadar yakınımda duruyordu. Gözlerimi kaldırıp pürüzsüz yüzüne baktım ve elimi yanağına koyup ona doğru ilerledim. Yanağı yumuşacıktı onu adeta kendime istiyordum. Daha da yaklaştım artık durmayacaktım. Sevdiğim erkeği öpme fırsatını bulmuşken bunu kaçırmayacaktım. Ve dudaklarımızı buluşturdum. Kendimizi o kadar kaptırmıştık ki ben ellerimi Warren'ın ensesinde Warren ise belime sarmıştı kollarını. Biri bizi görecek olsa durum anlaşılabilirdi. Tam dudağımı çekmiş Warren'ın gözlerinin içine bakarken o sesi duydum.

    "Eli?" İşte bundan korkuyordum. Böyle olacağını biliyordum. Kafamı çevirip onun olduğu tarafa bakmaya korkuyordum ama nafile başım döndü ve onun yüzüne baktım. Ah, Marius!

    "Ma-mar-ius?" diye fısıldadım Warren Marius'a bakma yerine gözlerini bana dikmiş bakıyordu gözlerimde korku vardı lanet olsun her zaman böyle olmak zorunda mıydı?Tamam flimlerde oluyor ama gerçekte olması...lanet olsun ne diyeceğim şimdi ben?

    "Siz demin ne yapıyordunuz?" diye sordu yanına gittim.

    "Aşkım bir saniye dinler misin lütfen?" dedim oda ellerini birbirine dolayıp bana baktı.
    "Dinliyorum" dedi Warren'e dönüp "bizi yalnız bırak" dedim bir şey demedi kafasını salladı ve dışarı çıktı o çıktığı anda Marius patladı.

    "Eli ne yaptığı sanıyorsun sen?onu nasıl öpebilirsin?O senin düşmanın" dedi gözlerine baktım gözlerinde nefret vardı elini yukarıya doğru kaldırdı ve bana okkalı bir Osmanlı Tokat'ı çaktı.Tokatı sanki beni geriye itme gibi bir his uyandırmıştı geriye doğru sendeleyip yere düştüm elimi yanağıma götürdüm ve yanağımı okşadım.Gözlerim dolmuştu o anda o kadar kızgındım ki onu orada geberte bilirdim ama yapamam yaparsam planım bozulur bu yüzden ona dönüp bağırdım "Aptal onu bilerek öptüm onu sevdiğimi mi sanıyorsun sen?İlk işim onunla bir sevgili gibi görünüp edindiğim bilgilerin dahada fazlasını edinmekti Kraliyet'in içine dahada girmekti" diye bağırdım elini sıktı ve masalardan birine vurdu.

    "Bu öpme durumu ya yakında evlenme durumuna gelirse ne b.k yemeyi düşünüyorsun?"diye bağırdı.O anda arzu,istek ve sevgiye muhtaç duygularım yerini korku öfke ve intikama dönüşü vermişti.Ayağa kalkıp ona bir tokat çaktım.

    "Ben herkes eğilim Maryus" diye bağırıp dışarıya attım kendimi,tam koşucaktım ki birinin bana sarıldığını hissettim kaslı ve sıcacık bir kol etrafımda kolanmıştı ve beni kendine göğüsüne doğru çekip yapıştırmıştı.Evet doğru tahmin Warren -zaten başka kim olabilir ki?-

    "O..o şerefsiz sana ne yaptı?"diye fısıldadı.Kafamı kaldırıp ona baktım.Dişlerinin arasında adeta tıslar gibi konuşmuştu.Küçük bir titremenin ardından "Hiç..hiç bir şey" demekle yetindim.Elini kaldırıp işaret ve baş parmağıyla çenemi sıkıca tuttu ve işaret parmağını çenemi iyice sıktı "Bana yalan söyleme Eliza!" diye tısladı.Gözlerimi açarak ona baktım "Madem bir şey yapmadı o zaman neden ağlıyorsun?" diye bağırdı.Başımı eğdim yere bir damla yaş düştü. Çenemi sıkarak başımı kaldırıp ona bakmamı zorladı canım acıdığı için bir inleme yerine yüzümü acı içinde buruşturdum.O da bunu anlamış olucak ki sıkmayı bıraktı ama çenemi hala tutuyordu başımı hafifçe eğdi ve dudağını anlıma dayadı.

    "Seni üzmek istemiyorum.Özür dilerim ve bunu onun yanına bırakmayacağım" dedi.Bunu demesiyle yanımdan ayrılması bir oldu. Şiddetle içeri girerken ben arkasından bakakalmıştım.Bir anda dizlerimin bağı çözülücek gibi olduğu için kapıya tutundum bir kaç dakika sonra içeriden büyük bir gümbürtü kopunca ve biri inleyince ki -Aman Tanrım!bu Warren'in inleyişiydi!- içeri korkuyla daldım ve büyük bir şoka mağruz kaldım.Buraya ne olmuştu böyle?!İlk girdiğim zaman ki gibi değildi.Masalar ve sandalyeler yerlerde yatıyordu. Örtülerin üzerindeki cansız nesneler ve çiçekler yerlerde durmuştu.Büyük gümbürtünün ilk nereden geldiğini anlayamadım.Sonra etrafa bakınca sandalyenin kocaman bir camı parçaladığını gördüm ve inleyen kişiye döndüm.Tanrım!Lanet olsun lütfen, lütfen, lütfen gördüğüm şey gerçek olmamış olsun!Warren yerde yatıyordu başından kan akması yetmezmiş gibi birde bacağı kanıyordu.Bir hiddetle Marius'a döndüm.Elinde tuttu bıcağa bakıyordu.Gözleri korkuyla açılmıştı, derin derin hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.Gözlerini bıçaktan kendini zorluyarak ayırdı ve bana baktı, sonra gülümsedi.

    "Aşığını mı öldürdüm?Ah afedersin" dedi.O anda elimi yumruk yaparak sıktım ve suratına okkalı bir tokat çaktım - bahse girerim ki bu tokatı görseydiniz kısaca 'Osmanlı Tokatı' derdiniz-.

    "Lan p.z.venk!Ben sana ne dedim?!" diye bağırdım.Bağırmak ne kelime, adeta bir aslan gibi kükremiştim.Marius'un korkudan elindeki bıçağı yere bıraktığını, bıçağın dönerek yere düştüğünü ve 'tık' sesi çıkardığını, bıçağın ucundaki kanın bir damlasının ahşap tahta zemine düştüğünü görmem yemin ederim ki sadece bir dakikamı almıştı!

    "Bana..bana bağırdın" dedi ona dönüp sen-harbi-aptalsın bakışı attıktan sonra "Ne yapmamı bekliyorsun ki daha planlarımı batırdın lanet olsun Marius ne b.k yiyeceğim şimdi?Ailemin intikamını nasıl alacağım?" diye bağırdım yumruk olan elini kaldırdı ve arkasında duran masaya bir tane indirdi.Bir tekme attı.Tekmeyi atmasıyla masanın camdan dışarı fırlaması bir olmuştu.

    "Yeter Marius kes artık aptal gibi davranmayı.Bir an önce Warren'i buradan götürmeliyiz." dedim.Kafasını ellerinin arasına alıp dışarı fırlattığı masanın yanında kalan tahta sandalyeye oturdu ileri geri gidiyordu.Önüne gelip çömdüm ve ellerimi onun koluna koydum kımıldamadı.Hareketsiz bir heykelden farkı yoktu.

    "Marius?"diye fısıldadım sustu,tekrardan "Marius?" dedim ama cevap yok.Sonunda dayanamayıp ellerimi koluna koyup hızlıca çektim saçını sıkıca tuttup kafasını yukarı kaldırdım bu yaptığım onun inlemesine neden olsada hiç bir tepki göstermedi.Kafasını kaldırıp bana baktı suratında göz yaşı vardı.

    "Marius?"diye fısıldadım "Ne?bakma öyle seni kimseyle paylaşamam" dedi ve ağlamaya başladı.Yeter bu kadar artık!Dizlerimin üstünden kalktım ve onun kucağına oturdum elimi yanağına koydum ve dudaklarını dudaklarıma bastırdım ikimizde dudaklarımızı arzu içinde aralarken beni kucağına aldı ve en arkadaki masaya doğru yatırdı üstüme çıktı öpüşmelerimiz uzun ve ateşliydi."Marius..bu..ben" dedim ama öpmeyi kesmiyeceğini sanmıştım ki beni son kez uzun uzun öptükten sonra dudaklarını dudaklarımdan ayırdı.

    "Hazır değilsin..biliyorum aşkım sadece seni deniyordum." diye kıvırmaya çalıştı kafamı sallayıp güldüm.

    "Benimi deniyordun?Ah hayır lütfen ama!" dedim ona sıkıca sarıldım ve altıma aldım elim göğsüne koyup "Nasıl beni deniyorsun küçük bey?"diye sordum güldü -bahse girerim ki gülüşü çok -artı çok!- seksi ve heyecan doluydu bir anda dudaklarına dudaklarıma dayayıp ne olucaksa olsun artık!- demek istiyordum ama Warren vardı!.Ona baktım bana sırıtarak bakıyordu "Lütfen ama seks manyağı olduğunu biliyorum." dedi ona gözlerimi açarak baktım.

    "Ah hayır!nereden duy-..Cassandra" diye tısladım oda bir kahkaha patlattı. "Ne?ne olmuş yani seks manyağı olmuşsam hıh!" dedim ve ona arkamı döndüm beni sıkıca kavradı ve kendine çekti. "Bak bu iyi bir şey bütün şu intikam işleri bitince bu işi kesinlikle yapacağız." dedi kafamı salladım bunu bende düşünüyordum. "Evet yapacağız." dedim.Birbirimize sıkıca sarıldık bir kaç dakika böyle devam edecek değildi herhalde kollarının arasından çıktım. "Hadi aşkım işe koyulma vakti" dedim.Kafasını salladı masadan kalktım tam gidiyordum ki bileğimi tuttu ona baktım masaya uzanmıştı.Masa fazla büyük değildi -yani masanın uzunluğu 1 metre 22 santim genişliği ise 62iydi -tamam her ne kadar matematiği sevmesemde yani bu konuları bilirim az çok! - "Şey bu artık sadece senin meselen değil" dedi.Ona mal gibi bakmaya devam edince -ki her zaman ki mallığım! konuşmaya başladı "Bu artık benimde meselem oldu çünkü 1.)Sen benim her şeyimsin senin meselen benim meselemdir ve yakında sevgilim değil nikahlı karım olacaksın 2.) ise şey..." birden bire durdu "2. ne?" diye söylemesi için zorladım pes etti. "Bekle beş dakika" dedi ve uzandığı masadan kalkıp kapının girişindeki portmantoya doğru yürüdü ve bir parşömen gibi bir şey çıkardı ve yanıma gelmeye başladı.

    "Al bunu oku" dedi parşömeni bana doğru uzattı "Şey ama bunun üzerinde mühür var yani okumam yasaklı değil mi?" dedim. Bana gülümseyerek baktı daha sonra eliyle parşömenin üzerindeki kırmızı mühürü koparttı ve "Artık yasak değil" dedi biraz güldükten sonra elimi parşömeni aldım ve açtım."Sesli oku"dedi.Kafamı sallayıp boğazımı temizledikten sonra okumaya başladım.

    "Her şey orada ve o gün başlamıştı.Tanrım keşke ama keşke orada o gün orada o lanet yerde bulunmasaydım, belki bunlar başımıza gelmezdi belki.Belki Marius'un biricik evladım canım oğlum Neil'den değil De Otherden olurdu.Ama lanet olsun ki bilmiyordum böyle olacağını lanet olsun ki bunları yaşayacağımı bilmiyordum. Bunu yazıyorum çünkü son günlerim amansız bir hastalığın peşindeyim veya da o benim peşimdeydi her ne fark eder ki! Yarın ve diğer gün belki bugün öleceğim.Azrail’im belki şimdi benim tepemde bunları yazdıktan sonra benim ruhumu almak için bekliyor.Keşke De Other'e gerçeği anlatabilseydim ama bunu yapamam kalbim son günlerinde bu enkazı kaldıramaz. İçimdeki şeytan şu içimdeki p.ç kurusu şeytan bana diyor ki 'kalk oturduğun yerden De Other'e her şeyi anlat ve Kral Neil'in ne b.k olduğunu ortaya dök! Beni nasıl kirlettiğini genç yaşımda bana tecavüz ederek beni nasıl hamile bıraktığı ve karşımda sırıtarak baktığını keşke ama keşke.. Lanet olsun keşke o gün kendimi öldürsem ama yapamadım içimdeki çocuğa sarıldım bebeğime biricik Marius'uma sarıldım. Belki Katherina'ya gider olanları anlatır ve beni öldürmesini sağlayabilirdim ama bu sefer içimdeki bu canlıya biricik oğluma kıyamazdım, sana kıyamazdım ben Marius! Sana, senin gibi yakışıklı oğluma eğer Katherina'ya anlatırsam bu gerçekleri olayların büyüyeceğini biliyordum ve onun gözünde artık bir f.h.şe olacağımı da, sustum.Konuşmak yerine sustum, sustum ve ağladım.Herkesten bu yaşadıklarımı sakladım kirlenmiş geçmişimi kırmızı bir perdenin arkasına bıraktım. De Other'le bir kere yapmış olduğumuz için kakalaya bilmiştim ve inan ki bunu ona söylerken kalbim param parça olmuştu, bin bir parçaya bölünüp ortaya dökülmüştü ve o sevinerek "Yaşasın aşkım demek bir çocuğumuz olacak" demişti.Hiç unutmuyorum seni,ilk doğduğunda seni elime ilk aldığımda nasıl koktuğunu her şeyini hatırlıyorum oğlum. Bu nefretin bana olmasın bu nefretin baban sandığın ve benim aşık olduğum adamada olmasın bu nefretin o p.z.venk Neil'e olsun söz ver bana biricik oğlum ne olduğunu değil ne olacağını düşün..Eğer bir gün aşık olursan sevdiğin kızı Kraliyet'ten uzak tut. Onlardan uzak tut ki o da sende zarar görmesin, benim yaşadıklarımı o da yaşamasın..." durup bir nefes aldım gözlerim sulanmıştı.

    "Eliza?" diye fısıldadı Marius oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma geldi ve elimi tuttu.

    "İyim,iyim sadece biraz su biraz suya ihtiyacım var" dedim gülümsedi.

    "Hemen getiriyorum" dedi kağıdı masanın üzerine koydum.Suyu getirdi.Ben suyu içerken bana bakıyordu, gözlerinde bir endişe vardı "Endişelenme iyiyim" dedim kafasını salladı.

    "Endişelendiğim iyi olup olmaman değil, iyi olduğunu biliyorum sadece...sadece" dedi kafamı sallayıp ona baktım.

    "Sadece ne?" diye tekrarladım .

    "Sadece keşke bu parşömeni bugün değil de daha önceden görseydim.O zaman belki o zaman böyle bir intikamın içine girmene izin vermezdim." dedi suyu masaya bıraktım.Elimi ileri doğru uzatıp "Gel buraya.. Hey hadi gel buraya" dedim yanıma geldi ona sıkıca sarıldım.

    "Böyle deme sakın! Eğer bunu sana anlattığımda benim bu olaya karışmama izin vermeseydin o zaman seni ne olursa olsun üzülme ama çiğnerdim o zaman, işte o zaman bir geleceğimiz olamazdı.Sen ve ben diye bir şey olmazdı." dedim.Kafasını kaldırıp bana baktı.

    "İçimde bir his var Eliza içimdeki his senin geleceğinin olmayacağını söylüyo,r ikimizin bir geleceğinin olmayacağını söylüyor.Seninle benim" dedi durdum dudaklarımı dişledim ve o sırada kafama bir şey dank etti.Marius ciddi konularda sadece bana tam adımla hitap ederdi Eli yerine Eliza derdi demek ki gerçekten ciddi. Ama benim söylediğimde ciddi yani onu gerçekten yok sayardım çünkü ailemi öldüren bir p.ç Kraliyet etrafta herkese "Ben sizin ülkenizin kralıyım istediğimi beller istediğim becerir hamile bırakırım." diyemez.Hele benim anneme ve Marius'un annesine tecavüz eden bir psikopat sapıksa! Asla!

    "Böyle deme aşkım pozitif şeyler düşün iyi şeyler düşün ki iyi şeyler olsun tamam mı?" dedim kafasını salladı.

    "Yapma böyle Eliza daha kendin bile inanmıyorsun bu savaşın sonunda bizim kazanacağımıza." dedi kaşlarımı çatarak ona baktım.

    "Tabiî ki de kazanacağız" dedim kafasını salladı. "Neyle ha neyle?" diye bağırdı.Sustum ilk önce içini dökmesini bekledim "lanet olsun neyle kazanacağız biz kaç kişiyiz, onlar kaç kişi he söyle oradaki savaşçılar özel eğitim almışlar bir anda 5 kişiyi öldürebilirler.Hele okçular ise onları hiç katma ve Warren yerde yatan şu p.ç ölmemiş ve ölmediğini tabii ki de biliyorum.Bu p.ç harbi dediğim gibi p.ç. Bunda öyle bir güç var ki benim on bin kat büyüklüğümde." diye bağırdı bu sefer sinirlenen bendim.

    "Asıl sen beni dinle bakalım Marius Vard.Arkamızda bir hükümet kadar büyük bir topluluk var ve hepsi bizim tarafımızda onlar eğitim aldıysa oradaki hükümet ne aldı?Arkamızdaki çoğu kişi Saray'ın profesyonel savaşçılarından biri ve çoğu senin arkadaşların ve Warren lütfen ama şuna bir baksana bu kadar aptal olma 5 dakika onu bıçaklayan bir adamsın o senden on bin kaç güçlüyse ben kendime k.ç.mla gülerim.Daha ne diyeyim ki ayrıca onun ne özelliği var ki?Yalnız...." durdum acaba bunu ona söylemeliyim?

    "Yalnız?Yalnız ne?" diye sordu.Omuz silkip "Şey ımm..ablam ve ımm..uzun süredir büyüyle uğraşıyorduk ve geçmişte ikimizde özel bir kampüsde ajan eğitimi almıştık yani bu avantajdan çok dezavantaj" dedim gözlerini açarak bana baktı."İnanmıyorum büyü mü ve ajan! Tanrım aşkım sen mükemmelsin" dedi gülümsedim ve sırıtarak ona baktım.

    "Eee ne demişler 'herkesin iyi olduğu bir konu vardır'" dedim. Bir kahkaha patlattı "Yalan söyleme öyle bir şey yok" dedi.Güldüm "Tamam ama bundan sonra var" dedim.Bir kahkaha patlattık "Okuyabilecek misin yoksa ben okuyayım mı?" diye sordu.Kafamı salladım "yok ben okurum" dedim.Elime kağıdı aldım ve okumaya başladım "Artık ne diyeceğimi bilmiyorum nasıl diyeceğimi nasıl değiştiğimi seni ilk oldarak De Other'in çocuğu olarak görmek çok zordu.Geceleri senin ağlamaların bana Neil'in beni tecavüz ederken benim bağrış çağırışlarımı, yalvarışlarımı hatırlatıyordu.Korkuyordum, üzülüyordum, kahroluyordum. İçimde bir şey vardı derinde sen ağlamaya başladığın zaman yerinden kopuyor yukarı doğru göğüs kafesime doğru geliyor sonra sen ağlamayı kesinceye kadar orada duruyordu. Sen ağlamayı bıraktığında 'küt' diye kalbime geri iniyordu o acı.Sancılanıyordum, ağlıyordum, haykırıyordum ,hapşırıyorum, tıksırıyorum ,boğuluyorum, kusuyorum...Bitmeyecek bunlar bu hastalık beni öldürene kadar aynı sahneyi tekrar tekrar yaşayacağım.. İlk önce bir öksürük krizi sonra kan kusmalar dizlerimin üstüne çöküp inlemek yalvarır gibi Tanrı'ya 'lütfen al canımı al artık canımı ki daha acı çekmeyeyim' demelerim.Defalarca, hem de defalarca gerçekleşiyor, cevap gelmiyor ve gelmeyecek biliyorum lanet olsun acı çekerek yaşıyorum.Ve şimdi biraz aşktan konuşacak olursak sanırım sevdiğin kızın değerini bil, kulağıma De Other'den senin Eliza diye bir kıza aşık olduğunu duydum.Sanırım deli gibi tutkunsun ona..Yalnız şunu unutma tatlım
    'Her Aşk Ölümü Tadacak’...."

    Bunu söyledikten sonra kafamı kaldırıp ona baktım gözlerine baktım direkt olarak ruhsuz gibi dolanan gözlerine, sustu.Bir şey demedi sustu.Sonra kendi kendine 'Her Aşk Ölümü Tadacak’ diye söylendi.Bir kere, iki kere ve sonra sustu.Kalbim küt küt atıyordu.

    "Şimdi ne demek istediğini anladım.Demek intikam alacaktın sende onlardan ha?" dedim, kafasını salladı.Gözleri karanlığa doğru bakıyordu, ruhsuz gibiydi oturduğu yerden kalktı ve Warren'ın yanına gitti. Eğildi üzerine doğru baktı "yaşıyor" diye fısıldadı onu yerden kaldırmadan önce karnına bir tekme atmasıyla Warren'ın acıyla inlemesi bir oldu. "Uyansın bakalım küçük prens" dedi oturduğum yerden kalktım.Elimi Marius'un omzuna koyup onu durdurdum "Bu kadar yeter Marius kendine gel aptal olma eğer böyle yaparsan herkes durumu çakar, her neyse.Hadi yardım et bunu büyükannemin yazlığına götürelim" dedim.Warren'ı kaldırıp arabaya bindirdik ve büyükannemin yazlığına gitmek için sürmeye başladım.Oraya varınca Warren'ı salona yatırdım o sırada Marius kapıda durmuş öylesine boş boş bakınıyordu."Hey ne oldu?" dedim.Arkasına döndü bir şey demeden çıkıp gitti.Sanırım biraz yalnız kalması iyi olacak Warren'ın yanına oturup uyanmasını bekledim.Zaten çok fazla zaman geçmeden gözlerini açtı "Eliza" diye fısıldadı.Gözlerimi çevirip ona baktım bir şey demedim kalkmaya yeltendi ama acıdan suratını buruşturup inledi.

    "Hey orada kal,kalkmaya yeltenme" dedim.Sesimin soğukluğunu sanırım oda hissetmiş olacak ki "Pekala kızma nasıl istersen" dedi ve oturduğu yere iyice yayıldı."Ne oldu bana?" dedi kafamı salladım.

    "Hiçbir fikrim yok içeriye girdiğimde yerde baygın bir şekilde kanlar içinde yatıyordun seni buraya getirip yaralarını temizleyip sardım ve burada uyumanı sağladım" dedim.Kafasını sallayıp dişlerinin arasından "O Marius p.çi nerede?" dedi kalkmaya yeltendi. limi omuzuna götürüp bir tane çaktım."Hey o benim sevgilim!"dedim güldü.

    "Sevgilin mi? Gerçekten onu seviyor musun?" diye sordu. Bu sefer gülme sırası bendeydi."Sen ne sandın akıllım?" diye dalga geçtim bir şey demedi, sustu.Nende sustum.Çantamdan bir paket sigara çıkarıp ağzıma götürdüm. Bacak bacak üstüne attım ve çakmağı sigaraya yakınlaştırıp yaktım. Sigaradan derin bir nefes çekip ağzımdan dışarıya doğru üfledim.

    "Sigara?" diye sordu kafamı sallayıp "Hah, evet sigara" dedim güldü.

    "Ne zamandır kullanıyorsun?" diye sordu kafamı salladım. "Bilmem kullanıyorum işte."

    "Bu cevap değil biliyor musun?"

    "Farkındayım."

    "Eee o zaman?"

    "Lanet olsun Warren sana o lanet olasıca çeneni beş dakika kapatamazmısın?"

    "Hey tamam sakin ol, sustum."

    "Sus!" dedim,'sus' demem ile sessizliğe gömülmüştü.Derin bir sessizliğe hemde.Kafamı çevirip Warren'a baktım "Beni gerçekten neden seviyorsun?"diye sordum ilk önce bana baktı, gözlerime.

    "Im..şey bilmiyorum ama kendimi nasıl desem yanında bir çocuk gibi hissediyorum.Küçüklüğüm hep derslerle geçti, hiç heyecanlı ve zevkli değildi.O yüzden çocukluğumdan, çocuk olmaktan nefret ederdim. Ama senin yanında böyle bir şey olmuyor. Senin yanında istediğim gibi eğlenebiliyorum çünkü yanımda sen varsın o gözlerinde bir heyecan var adrenalin. Bu belki beni sana aşık etti belki de başka birşey, bu soruya cevap aramıyorum çünkü seni sevmekten asla pişman değilim." dedi. Kafamı sallayıp eğdim "Bakire olmasam bile mi?" diye sordum çenemi tuttup beni kendine çekti."Bana bak küçük hanım 'benden öncesi beni ilgilendirmez' sadece bana ait iken beni aldatmamış ol yeter." dedi ve dudağıma masum ama ateşli sayılabilecek türden bir öpücük koydu.

    "Ama mari-"

    "Hayır küçük hanım hayatında ben varım bundan sonra o değil." dedi kafamı salladım. "Ama Marius'a bunu yapamam hele o kadar zaman geçtikten sonra." dedim çenemi tuttu. "Beni seviyorsun ve bende seni seviyorum" dedi kafamı salladım. "Evet ama.."sustum o sırada telefonum çaldı açıp baktım cCssandra arıyordu.

    "Eli lanet olsun kızım!"
    "Heyy!Ne olur neden bu kadar kızgınsın?"

    "Kızgınmı?Lan neredeyse bir hayvan gibi köpürüyorum şu sevgiline sahip çık!"

    "Hey dur orada bakalım!Marius mu?"

    "Evet"

    "Ne oldu ona ne yaptı yine?"

    "Ne mi yaptı? P.z.venk sevgilin Kraliyet'in önünde babama meydan okuyup onu bıçakladı".

    "Ne?!"

    "Evet! Senin sevgilin olacak p.z.venk babamı bıçakladı ve şuan da askerler eşliğinde sarayın nezaretine götürülüyor!Çabuk gelsen iyi olur. Çünkü Marius'un sonu hiç de iyi değil!"

    "Ne demek oluyor bu Cassandra?"

    "Diyorum ki; sevgilinin kellesi uçurulabilir. Hemen gelsen iyi olur!"

    "Hemen geliyorum! Lütfen ona kötü birşey yapmalarına izin verme! Onunla konuşmam gerekenler var!"

    "Tamam! Sen gelene kadar oyalarım askerleri."

    "Teşekkür ederim Cassandra!"

    "Rica ederim."

    Yarım saate kalmadan şatoya gelmiştim. Hemen Marius'un olduğu yere gitmem lazım. Hemen onunla konuşup durumu halletmemiz gerekiyor. Ya teçhizatsız bir şekilde savaşacak kendi canımı da feda edecektim yada öcümü almak için zamanını bekleyecektim.

    "Cassandra Nerede? Marius nerede?"

    "Gel benimle! Onunla hemen konuşman lazım! Annem burada değilken hemen konuşmalısın. Her an idam emri çıkarılabilir!"

    Cassandrayla beraber mahzene indik.Lanet olsun bu çocuk aklını peynir ekmekle mi yiyordu? Ne b.k yapmayı düşünüyor acaba? Cassandra askerlerden ilk önce rica etti göstermesi için askerle kabul etmeyincede "Siz kime karşı geliyorsunuz ha?Hangi cüretle şimdi sizin kellenizi kestirebilirim. Ölmek istemiyorsanız hemen kapıyı açın ve girmemize izin verin bu bir emirdir!" diye bağırdı. Tabi bunu deyince bizde içeri girdik.Cassandra beş dakika yalnız konuşabilelim diye bizi yalnız bıraktı. Ona döndüm sarıldıktan sonra kafasına bir şaplak indirdim "Salak şey ne yapıyorsun sen?" dedim, güldü.

    "Eli dinle planı bugün yapıyoruz.Şimdi büyük ihtimalle idam olacağım ama bunu holde kraliçenin önünde yaparlar.Bu yüzden sen buradan çıkınca ablanı ara ve herkesin gelmesini söyle savaşı başlatalım ve bitirelim" dedi.Kafamı salladım son kez dudaklarını dudaklarımı bastırıp mahzenden çıktım. Cassandra ortalıklarda yoktu bende bunu fırsat olarak bilip ablamı aradım ve "Abla planda bir değişiklik oldu bizimkilere haber ver saraya saldırıyoruz hemde şimdi yarım saat içinde burada sarayın holünde olun" dedim. Oda 'tamam' deyince telefonu kapattım. Yarım saat geçene kadar kraliçeye yalvarmayı düşünüyordum -yalan normalde yalvarmam ama ne yapalım rol icabı- o sırada "Eliza..Bu kadar yeter..."dedi sonra yanındaki muhafıza dönüp "Asker!Marius'u mahzenden çıkarıp hem karşıma hole getirin" diye emir verdi belli etmeden gülümsedim, sanırım şimdi başlıyorduk. Askerler Marius'u hole getirirken Warren'da içeri girmiş aptal gibi sırıtıyordu. Kraliçe Katherina ayağa kalktı ve Marius'un karşısına geçti ona bir tokat atınca kadına ağız burun dalasım geldi.

    "Ne cüretle benim kocamı, kralı bıcaklarsın hangi cüretle!" diye kükredi.Bir anda bende tırstım, hey, durun bir dakika asla bu kadından korkmak yok hem de asla! Hele kendini bir tanrıçaymış gibi gösterip de bir kedi yavrusundan farksız olan biriyse!

    "Siz kralınızın ne olduğunu bilmiyor musunuz?" dedi sonra kafasını Warren ve Cassandra'ya çevirerek "Peki ya siz? Siz babanızın nasıl bir insan olduğunu bilmiyor musunuz?" Sonra kafasını kraliçeye çevirip "Peki ya sen kadın? Kraliçe olan bir kadın kocasının gözüne kestirdiği kadınlara tevacüz edip bir çocuk peydahladığını bilmiyor musun?" dedi.O anda Katherine "Kes Artık!Yalanlarını daha fazla dinlemeyeceğim. Askerler bu herifi gebertin" dedi.Anında orataya atlayıp Katherina'yı geriye doğru ittim.

    "Beni iyi dinle k.ltak kadın artık daha fazla dayanamayacağım. Marius'un bu dediklerinin tamamı doğru kendim bizzat şahit oldum. Annesinin Marius için yazdığı o yazıyı ben açıp okudum ve ağladım. Çünkü kral sadece onun annesine değil benim annemede tecavüz etmişti. Senin kocan bir sapık Katherine bir kraliçe olmuşsun ama iyi bir anne iyi bir eş olamamışsın ve artık bıktım.Sen cevap ver bana babama aşık olduğun için kocan, pis sapık kocan, anneme tecavüz edip öldürmüştü. Annemin içindeki 7 aylık bebeğe, anneme ve babama kıymıştı!" diye bağırdım o sırada kapı paldır küldür açıldı. İçeriye doğru koşan kalabalık "Saldırın!" diye bağırıyordu.Tam karşıma kral gelmişti. O kadar korkuyordu ki eli ayağı titriyordu. Biliyorum yakında canından olacaktı çünkü elime geçirdiğim muhafız kılıcıyla güzelce kesikler açmıştım bedeninde.Sağ koluna isabetli ve derin bir kesik açmıştım. Kanlar fışkırıyordu kolundan.Sol yanağına çizgi şeklinde bir kesik denk gelmişti. Acıyla yanağını tutmuştu. Ama olacaklar bu kadarla kalmayacaktı kral bozuntusu. Kılıcımı aldım ve tam üstüne doğru ilerledim. Kılıcımı karnından geçirmek istiyordum fakat ben onun kellesini uçuracaktım. İçimi ancak bu rahatlatırdı. Kılıcımı kaldırdım ve büyük bir çığlık atarak güzel ama soysuz kralın başını boynundan ayırdım. Kanı üstüme sıçramıştı. Suratım, üstüm, başım her yerim kan olmuştu. Sonunda önce dizlerinin üstüne düştü. Ve daha sonra kellesi yeri boyladı. Gidip kellesini bana doğru çevirip yüz ifadesine baktım. Korku,endişe ve hayret eşliğinde canını almıştım. Annemin öcünü almıştım. Sıra babamın öcündeydi.Bakalım Kraliçemiz nerelerde?

    Ah, evet, orada duruyordu.İleri doğru ilerledim.Artık salonda ben, Marius, Warren, Cassandra ve Kraliçe Katherine kalmıştı.Kanlı kılıcı yere atıp yerde yatan askerin üstündeki temiz kılıcı aldım. Kraliçe Katherine'i çekerek ortaya getirdim ve dizlerinin üstüne çöktürdüm. Ona dönüp "Sen hele sen...sen nasıl bir insansın, insan sevdiği erkeğin karşısında kıskançlık yüzünden öldürülmesine nasıl göz yumar? Cevap ver susma konuş" dedim,korkudan titriyordu.

    "Ne..ne yapmamı istiyorsun sana paralarımı veririm her şeyimi veririm yeterki öldürme beni lütfen." dedi gözlerimi kıstım. "Paranda gözüm yok k.ltak sadece söylediklerimi tekrarla yeter." dedim kafasını salladı.

    "Ben bir p.ştum" Gözleri hayret içinde açıldı dudağını büzdü kafasını hayır manasında salladı. "Söyle hadi" dedim bir aslan gibi üzerine kükreyerek.

    "Ben bir puştum" dedi kısık sesle.

    "Güzel şimdi bunlarıda tekrarla".

    "Ben bir y.vşağım"

    "Ben bir y.vşağım"

    "Ben bir or.spuyum"

    "Ben bir or.spuyum"

    "Ben bir katilim"

    "Ben bir katilim"

    O anda gözlerimde yaşlar boşaldı. "Bana bakma öyle"dedim titrek sesimle "Ben sevdiğim erkeği kıskançlık yüzünden gözlerimin önünde ölmesine izin verdim" dedim ve dahada iyi ağlamaya başladım.

    "Ben sevdiğim erkeği kıskançlık yüzünden gözlerimin önünde ölmesine izin verdim."

    "Bu yüzdende...."

    "Bu yüzdende.."
    "Şimdi ölmeyi hak ediyorum" dedim o sırada kafasını salladı ve "Lütfen yapma kızım Eliza lütfen" demişti durdum.

    "Seni öldürmemem için bir sebep söyle" dedim başını eğdi.

    "Öldür beni ama sadece şunu bilmeni istiyorum ki başıma gelenlerin senin başına gelmesini istemediğim için Warren'i uzak tuttum senden." dedi. Kafamı salladım bu bir şey değildi kafam karışıktı ama o ölmeliydi kellesini uçurduktan sonra gözlerim doldu .Dizlerimin üstüne çöktüm ağlayarak. O anda bir el hissettim omzumda.

    "Eli.."diyordu kafamı kaldırıp bakınca bunun Warren olduğunu anladım "Üzgünüm" dedim kafa salladı.

    "Bunları yapan biri artık bizim anne ve babamız değil." dedi ve bana sarıldı. Gözlerimden yaşlar boşalırken onu öptüm "Seni seviyorum" dedim "Sonsuza Dek" diye onayladı beni.O sırada beni kendinden uzaklaştırdı.Aramıza sert bir cisim girmişti metal ve sivri gögüsüne bakınca bunun kılıç olduğunu anladım.

    "Hayırrr" diye haykırdım o yere düşerken onu öldürene baktım. Mari-us..Bir osmanlı tokatı kaçıp "P.z.venk" dedim ve belimde duran silahı çıkarıp beynine kurşunu sıktım.İlk olarak olduğum yerde kaldım. Cassandra abisinin başında ağlarken düşünüyordum. Ve sonra "Ne demek istediğini anladım" diye mırıldandım kendi kendime.Warren'in yanına doğru gittim dizlerimin üstüne çöktüm Warren'in kafasını alıp bacağıma koydum ve saçlarını başladım sonra bir kez öptüm iki kez öptü üç kez öptüm onu bırakmak istemiyordum.Biliyordum bunlar son öpüşüm olucaktı biliyordum, bu onu son görüşüm olacaktı.Warren gözlerini yavaş yavaş kırparak açtıktan sonra kanlı elini yukarı doğru kaldırıp yanağıma koydu ve eli yere düşmeden önce gözlerimin içine bakıp şunları fısıldadı.

    “Sana mahkumum Eli sadece sana, senin bedenine mahkumum, senin kalbine, senin sevgine mahkümum!” ve elinin yere düşmesiyle gözlerinin kapanması bir oldu.Tekrardan gözlerim sulandı ama sildim göz yaşlarımı.Onun için yaşıyacaktım onun için sevdiğim erkek için.Üzerine doğru eğilip soğuk ve mor olan dudaklarını dudaklarıma bastırdım.

    "Bende sana mahkümum sadece sana,senin bedenine mahkumum,senin kalbine,senin sevgine bende mahkumum aşkım..bende"diye fısıldadım.Oturduğum yerden doğruldum param parça olan kapıya doğru yürüdüm. Kapıdan çıkmadan önce son bir kez arkasına dönüp kraliçe, kral, prens, prenses ve Mariusa baktı. Sonrada kendi kendime "Ben, Marius ve Warren o,Neil ve Milov üçlüsünü tamamlıyorduk,şimdi ne demek istediğini çok iyi anlıyorum." diye fısıldadım sonra arkama bile bakmadan saraydan ayrıldım.Gülümsedim sarayın kapısına gelince kraliyet bitmişti. Tek bir kişi dışında.Cassandra eminim güzel bir kraliyet kurar ve biri onun soyunu kurutmaz(hi-hi).İşte süpriz bir son buluş.'Kraliyet'in Çöküşü' oldu bu gece.Karanlığa girmeden önce bir kahkaha patlatıp "Gazabımdan korkmalıydınız" dedim ve gelecek yüzyıla bir sonsuzluğa adım attım.
    Phoenix
    Phoenix
    Süper Moderatör
    Süper Moderatör


    Mesaj Sayısı : 15501
    Kayıt tarihi : 26/12/09
    Yaş : 34

    I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri Empty Geri: I.GeceEviTurkey Hikaye Yarışması Adayları ve Oylama Kriterleri

    Mesaj tarafından Phoenix Salı Şub. 22, 2011 7:01 pm

    Sonuçlar açıklandı.Görmek için tıklayınız

      Forum Saati Perş. Mart 28, 2024 10:27 am