Gece Evi Serisi

Türkiye 'deki en güncel Gece Evi forum sitesine hoş geldiniz!

Sitemizdeki anketleri oylamak ve başlıklara cevap yazabilmeniz için üye olmanız gerekmektedir.

Eğer üyeliğinizi aktif edemiyorsanız Perşembe-Cuma günlerini bekleyin. Her Perşembe ya da Cuma günleri aktif edilmemiş üyelikler yönetim tarafından aktif edilecektir.

Sitemizde iyi vakit geçirmeniz dileğiyle...

Forum Admini: Erdem Fierce

Join the forum, it's quick and easy

Gece Evi Serisi

Türkiye 'deki en güncel Gece Evi forum sitesine hoş geldiniz!

Sitemizdeki anketleri oylamak ve başlıklara cevap yazabilmeniz için üye olmanız gerekmektedir.

Eğer üyeliğinizi aktif edemiyorsanız Perşembe-Cuma günlerini bekleyin. Her Perşembe ya da Cuma günleri aktif edilmemiş üyelikler yönetim tarafından aktif edilecektir.

Sitemizde iyi vakit geçirmeniz dileğiyle...

Forum Admini: Erdem Fierce

Gece Evi Serisi

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Gece Evi Serisi

Gece Evi Serisi Türkiye Fan Sitesi , Türkiye 'nin Gece Evi


    Milenyum Üçlemesi Elektronik Kitap Satışları 1 Milyonu Aştı

    Rock Star
    Rock Star
    Betrayed
    Betrayed


    Mesaj Sayısı : 228
    Kayıt tarihi : 14/08/10
    Yaş : 29

    kitap - Milenyum Üçlemesi Elektronik Kitap Satışları 1 Milyonu Aştı Empty Milenyum Üçlemesi Elektronik Kitap Satışları 1 Milyonu Aştı

    Mesaj tarafından Rock Star Ptsi Ağus. 23, 2010 1:44 pm

    Güven Sak

    İsveçli gazeteci Stieg Larsson elektronik kitap satışları 1 milyonu geçen ilk yazar oldu. Şimdi buradan yol ikiye ayrılıyor. Serbest çağrışım yolunda ya elektronik kitap diye işe başlayabiliriz ya da Milenyum Üçlemesi sapağını seçebiliriz. Hayatta her an birden çok kapı vardır. Gelin ikinci yoldan gidelim: Doğrusu ben Stieg Larsson'u yenilerde fark edenlerdenim. Ama bakın o başlıktaki musalla taşı sorusuna gönül rahatlığı ile "İyi bilirdik" diyebilirim. ‘Ejderha Dövmeli Kız'ı okudunuz mu? Beğendiniz mi? Peki, ya ‘Ateşle Oynayan Kız'ı? Onu da beğendiyseniz şimdi ‘Arı Kovanına Çomak Sokan Kız'ı ya da ‘Arı Kovanını Tekmeleyen Kız'ı bekleyin. Bakalım çevirmen başlığını nasıl koyacak? Ben en çok en sonuncuyu sevdim. Ama elbette Lisbeth Salander ve Mikail Blomkvist'i de çok sevdim. Gelin bakın neden sevdim?
    Stieg Larsson da galiba biraz, hatta, biraz değil pek çok Mikail Blomkvist'e benziyor. Birincisi şu ki, Larsson da Blomkvist gibi bir gazeteci. Öyle son zamanlarda bizim buralarda da moda hale geldiği gibi arzuhalcilik yapmıyor, yani kendisine söylenenleri değil, aklının erip de doğru olduğunu düşündüklerini özgürce yazıyor. Sonuçta gazetecilikle iştigal ediyor.
    İkincisi ise öyle kafasına taktığını sonuna kadar takip eden bir tür gazetecilik yapıyor olması herhalde. Buluyor ve sonra da bildiği tek işi yapıp, teşhir ediyor. Mücadele ediyor yani. Sinir bir şey yani. Ama ne yapalım her mesleğin bir yan etkisi var. Burada da sinirli ve de sinir oluyorsunuz. İşlev galiba buradan çıkıyor. Bolu Beyi'ne selam gönderen birileri mutlaka oluyor. Her tedbiri alıyorsunuz ama zamanı gelmişse biri mutlaka "Aaa, bakın kral çıplak" diyecek imkânı buluveriyor. Ben Blomkvist'i ilk galiba bu iki nedenle sevdim.
    Başta ne dedim: İsveçli gazeteci Stieg Larsson elektronik kitap satışları 1 milyonu geçen ilk yazar oldu. Ama onun elli yıllık kısa hayatında daha bir sürü ilk var. Diyeceksiniz ki neden kısaymış? Elliye iyice yaklaşın bakalım kısa mı geliyor, uzun mu? Eskiden, bundan otuz yıl önce filan yazıyor olsam öyle ‘kısa' filan demezdim. Uzun gibi de gelebilirdi. Ama artık elliye bir kala öyle gelmiyor doğrusu. Hayatta pek çok şey öğrendiğim. Bir hocam, vaktiyle öyle iki eşit birey olarak bir şeyleri konuşurken birden "Hani hatırlarsın Talat Aydemir hadisesi zamanıydı. 1962 miydi, neydi?" demişti. Ben her zamanki patavatsızlığımla "Ben o zaman daha bir yaşındaydım, nereden bileyim?" deyince o yeni bir yaşa girmiş gibi olmuştu. Şimdi ben her yıl yeni bir döneme girdiğimi fark ediyorum. Üniversiteye bu yıl gelenler 1992 doğumlu filan olacak herhalde.
    1992 yılı Deng'in Tiananmen Meydanı hadisesinden sonra ekonomik reformların devamlılığını sağlamak üzere güneye seyahatinin olduğu yıl. Hadise Çin'de vuku bulmuştu. Ben hatırlıyorum, onlar kitaptan okuyorlar. Bakın, bu da sinir edici. Ama bir umudu da barındırıyor içinde. Şimdi bunlar Sovyetler'i bilmiyorlar, sağ sol kavgasını hatırlamıyorlar, ‘kendi memleketinde parya' ifadesi onlara hiçbir şey ifade etmiyor. İnternet öncesi ve de cep telefonundan önce hayatın nasıl olup da başlayabildiğine hep hayret ediyorlar. Ama bakın ben televizyon öncesini hatırlıyorum. Ama galiba memleketin sigortası da burada. 1980 öncesinin kavga kodlarını DNA'sında taşıyan siyasetçiler emekli edilince Türkiye daha hızlı normalleşecek. Göreceksiniz. O güne yaklaşıyoruz. Neyse ben konuya döneyim, müsaadenizle.
    ‘Ejderha Dövmeli Kız' şöyle başlıyordu: "İsveç'te kadınların yüzde 18'i hayatlarının bir aşamasında bir erkeğin tehdidine maruz kalmışlardır." Yüzde 18, İsveç için yüksek geliyor değil mi? Acaba Türkiye'de bu oran nedir? Herhalde çok daha fazladır. Kadınların toplumsal yaşama ağırlıkla katılıyor olması bile tehditlerin sona ermesinin garantisi değildir.
    Kitaplardan ilk öğrendiğimiz gerçek budur ve önemlidir. İster en alttaki 1 milyara dahil olun, ister en üstteki 1 milyardan olun, bu mavi yerkürede kadın olmanın kaderi hep aynıdır. Bu herkesi kesen bir problemdir. Ve hep içimizdedir. Üçlemenin bize öğretmesi gereken temel ders galiba budur. Larsson, bu çerçevede bir eylemcidir esasen. Onun bir meselesi vardır ve bu da sevilmesi için pek güzel bir nedendir. Larsson, bu serinin ilk kitabı yayımlanmadan bir yıl önce 2004 yılında bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Daha elli yaşındaydı. Günde 60 civarında sigara içiyordu. Sonra ofisinin merdivenlerini yürüyerek çıktı. Birden kalbi duruverdi. Dünyaca ünlü bir bestseller yazarı olduğunu bilemedi. Servetinin şimdilik 25 milyon TL'yi aşacağını da hiç bilip, tahmin edemedi. Öğrenecek olsa herhalde 32 yıldır birlikte yaşadığı Eva Gabrielson'la yasal olarak evlenirdi. En azından mirası ona kalsın diye ama bakın zaman bulamadı. Halbuki on sekiz yaşında tanışmışlardı. Daha o vakit Larsson "Ben feministim" diyormuş. Karısı öyle anlatıyor.
    Böyle bakıldığında, kadınların hayatın her alanında maruz kaldığı şiddeti anlatmak için yazılmış bir üçleme Milenyum Üçlemesi. Üçüncü kitapta bu durum daha bir açıklıkla ortaya çıkıyor. Adına ister İsveç Gladyosu, isterseniz İsveç Ergenekon'u deyin, işte onlardan geriye kalanlar için de öncelikle kadının adı bulunmuyor. Her ne yapıyorlarsa yangında kurtarılmasına gerek olmayanlar hep kadınlardan çıkıyor. Larsson, şimdilerde yaşıyor olsa, İran'da taşlanacak Sakine Hanım ile ilgili olarak pozisyon alıyor olurdu herhalde. Sakine Muhammedi Astiyani yakında taşlanacak. O da "Kadın olduğum için bunlar benim başıma geliyor" demiyor mu? Onunla birlikte suçlanan erkeklere bir şey olmuyor, serbest kalıyorlar ama orada da kadının adı bulunmuyor.
    İşte Larsson'un herhalde en sinir olduğu konuların başında bu geliyordu ki, oturup, konusu kadının maruz kaldığı şiddet olan bir polisiye roman serisi yazdı. Konuyu herkesin gözünün içine sokmak için herhalde. Kitabı 2004 yılında basımcısına teslim etti ve sonra da ansızın öldü. Milenyum üçlemesini bu gözle okumakta fayda var. Bir nevi Jean Paul Sartre tavrı yani. O da öyle yapmaz mıydı? Düşündüklerini, anlatmak istediklerini roman vasıtasıyla iletmeye çalışmaz mıydı? Roman türünün imkânları hakikaten daha geniş. Ama ben Larsson'u daha rahat okuduğumu itiraf edeyim.
    Unutmayayım da size yakında Qui Xiaoling'i de tanıtayım. Çin'i tanımak için Müfettiş Chen romanları ile de tanışmak gerekiyor. Polisiye roman galiba çağımızın edebiyatı artık.
    Stieg Larsson'la tanışmanızı öneririm. Hem komünist hem feminist hem de çok satan polisiye roman yazarı.
    Ben kendisi ile romanları aracılığı ile tanışmaktan mutlu oldum.



    Tüm yazıyı okudum ve yazara katılıyorum.

      Forum Saati Perş. Mayıs 02, 2024 12:17 pm